Blog

  • Ahmet Kural göbekli haliyle hayranlarını şoke etti

    Ahmet Kural göbekli haliyle hayranlarını şoke etti

    Son dönemde eski sevgilisi Sıla‘ya şiddet uyguladığı gerekçesiyle yargılanan Ahmet Kural, yeni filmi için harekete geçti. Kural, spor salonundan çoğu kez paylaşım yapan Kural, bu kez salmış göbeğiyle sevenlerinin karşısına çıktı.

    KASLI HALİNDEN ESER YOK

    Filmlerinde kılıktan kılığa giren ve girdiği her rolün hakkını veren başarılı oyuncu bu kez şaşırttı. Bir önceki filmi Ailecek Şaşkınız’daki rolü için spor yapan ve karın kaslarıyla dikkat çeken Kural, bu defa tam tersi bir imaja büründü.

  • Fatih  Sultan Mehmet

    Fatih Sultan Mehmet

    Saltanatı: 1451-1481
    Babası: II. Murat Han
    Annesi: Hatice Alime Hüma Hatun
    Doğumu: 30 Mart 1432
    Vefatı: 3 Mayıs 1481

    Sultan Murat Han, oğlu şehzade Mehmet’i yalnız din ve fen ilimlerinde yüksek bir tahsil yaptırmak ve bir takım kültür dillerine (Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça) sahip olarak yetiştirmekle kalmadı. O, bu kudretli ve kabiliyetli şehzadeye tecrübeli devlet adamlarından ve büyük alimlerden müteşekkil yüksek bir muhiti, maddi-manevi bakımlardan devrin en üstün bir ordusunu ve nihayet bütün düşmanlarını ve Haçlı ordularını yere seren rakipsiz ve sağlam bir devleti de miras bırakmıştı.

    Bununla beraber 21 yaşında tahta oturan genç Hakan, daha ilk günlerde devleti ve ordusunu daha büyük hamleler yapacak bir kudrete ulaştırdı. Şehzadeliğinden beri bir an önce İstanbul’u fethetmek ve Hazret-i Peygamber’in “Konstantiniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerdir.” müjdesine mashar olmak istiyordu. Bu gaye ile askerî tarihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplar ile ordusunu dayanılmaz bir kudret haline getirdi. Ayrıca 1000 yıllık tarihi boyunca bütün muhasaraları muvaffakiyetsizliğe uğratan surları aşmak için seyyar kuleler kurdu. Nihayet 6 Nisan’da başlayan kuşatma, 22 Nisan’da Fatih’in donanmayı Beşiktaş’tan Haliç’e indirmesiyle çok şiddetli bir duruma girdi. 29 Mayıs 1453’te yapılan son taarruzla şehri alarak Ortaçağ’a son verdi.

    Beyaz bir at üzerinde ve muhteşem bir alayla Topkapı’dan şehre giren Fatih Sultan Mehmet, doğruca Ayasofya’ya gitti. Kapıya gelince attan inip, secdeye vardı. Mabedi temizletti, tasvirlerden kurtardı ve ilk Cuma namazını orada bütün gazilerin sevinç ve heyecanları içinde kıldı. Daha sonra Ayasofya’nın kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyet ve vakıf eyledi.

    Fatih Sultan Mehmet bundan sonra, Osmanlı Devleti’ni bir Cihan İmparatorluğu haline getirme ve İslamiyet’i bütün dünyaya yayma mücadelesine girişti. O; “Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihanın payitahtı olmalıdır” diyordu. Nitekim bu gaye ile Fatih kısa zamanda Anadolu’da İsfendiyar, Trabzon, Karaman ve Akkoyunlu memleketlerini ilhak etti. Dulkadir beyliği ile Kırım hanlığını tabiiyeti altına aldı. Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan (Belgrad hariç), Eflak-Boğdan ve sair ülkeleri fethetti. Birçok krallık, imparatorluk, hanlık ve beylik ortadan kaldırıldı ve Osmanlı toprakları Tuna’dan Fırat’a kadar yayıldı. Anadolu’da milli birlik tesis edildi.

    Bu büyük Türk Sultanı 1481 senesi ilkbaharında üç yüz bin kişilik bir ordunun başında olarak yeni bir sefere çıktı. Ancak, Hünkar çayırı denilen mevkide hastalandı ve çok geçmeden 3 Mayıs 1481’de vefat etti. Özel doktoru olan Yahudi dönmesi Yakup Paşa tarafından zehirlendiği de söylenmektedir. Naşı, adına yaptırdığı caminin bahçesine defnedildi. Sonra üzerine türbe yapıldı.

    Fatih Sultan Mehmet, ince yüzlü, uzunca boyla, dolgun vücutlu olup, seyrek güler, yüzüne bakıldığında hürmet ve korku telkin ederdi. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki bir araştırıcı idi. Harp sanatından çok hoşlanır, yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. “Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem onu yolar atarım” sözü meşhurdur.

    Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa karşı çok dayanıklı idi. Trabzon üzerine çıktığı seferde Zigana dağlarını yaya olarak bin bir müşkilatla geçerken yanında bulunan Uzun Hasan’ın annesi, Sara Hatun; “Ey oğul! Bir Trabzon için bunca zahmet değer mi?” deyince, yüce Hakan; “Bu zahmet din yolunadır, ahirette Allahü tealanın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur” cevabını verir.

    Fatih, büyük ilim, din, kültür ve sanat adamlarını etrafında toplayarak İslam medeniyetine yeni bir hamle verdi ve İstanbul’u devrinde bu medeniyetin ve dünyanın en yüksek bir merkezi halime getirdi. Molla Gürani, Hocazade, Molla Hüsrev, Hızır Bey, Molla Yegan, Ali Kuşçu ve Akşemseddin meclisinin en mühim simaları idi. Devrinde Osmanlı Devleti’nin bütün temel müessese ve teşkilatı en mükemmel bir hale geldi. Zeytinyağı döktürerek insanlık tarihinde “yağla makine soğutmasını”, havan topunun balistik hesap ve planını yaparak dik mermi yollu ilk silahı keşfeden de odur. Yine onun devrinde başta İstanbul olmak üzere, imparatorluğun bütün şehirleri cami, mescit, medrese ve sair eserlerle donatılmıştır.

    Bunu Böyle Bilesiniz

    Fatih Sultan Mehmet Han’ın namaz kılınmasına dikkat edilmesi hususunda Rum vilayetlerine gönderdiği ferman şöyledir: “Allahü teala, emirlerinin yerine getirilmesini bize nasip ve müyesser eylesin. Bu hükümde bildirmek istediğim husus şudur: Rum diyarındaki şehir ve kasabalarda ve buraların köylerinde yaşayan müslüman ahali, İslam dininin emir buyurduğu farzları yapıp, sünnetlerine riayet etmekte, Kelam-ı kadime ve Furkan-ı mecide yani Kur’an-ı kerime, hadis-i şeriflere uymakta gevşeklik gösterip muhalefet ederler imiş. Allahü tealanın “Namazı ikame ediniz:” emrini çiğneyip; “Namaz dinin direğidir. Onu dosdoğru kılan dinini ikame etmiş olur. Terk eden dinini yıkmış olur.” hadis-i şerifine uymayıp, tuğyan yoluna sapanlar ve böylece mescit ve camileri viraneye ve harabeye döndürüp, fısk ve fücur, yani günah işlenen yerleri mamur ederler imiş. Bu ve buna benzer haberler bize ulaşıyor. Eğer bunlar doğru ise, emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker eylemek üzerime vacip olduğundan, ileri gelen bir adamımı bu iş için vazifelendirdim. O inceleyip takip edecek. Şöyle emir eyledim ki: “Her kim namazı terk ederse, dövülmek ve mali cezaya çarptırılarak ta’zir eylemek meşru olduğundan, İslam dininin emri gereği artık Rum diyarında namazını geçirenler tespit edilip, tamam haklarından gelinsin. Halka namaz kılmaları tenbih edilip, kılmayanlar hakarete uğratılıp teşhir edilsin. Hiç kimse ne olursa olsun bu icraata mani olmaya!.. Rum sancağı beyleri ve kadıları ve subaşıları ve bunların emrindeki diğer memurlar gönderdiğim vazifeliyle bu hususta elbirlik edip yardımcı olalar. Böylece İslamiyet’in yüce ahkâmı, emri ve yasaklarını yerine getirmekte gevşeklik ve tenbelliğe asla meydan verilmeye, Öyle ki, mescitler dolacak, medreseler mamur edilecek ve din-i İslam kuvvetlendirilmiş olacaktır. Böylece müslümanlar refah, huzur ve saadet içinde olup, Padişahın devam-ı devletine ve kudretinin artmasına duacı olacaklardır. Bunu böyle bilesiniz. Alamet-i şerifeme (tuğrama) itimat kılasınız.”

  • Mehmet Akif Ersoy

    Mehmet Akif Ersoy

    1873 yılında İstanbul’da doğdu. İlk öğrenimine Fatih’te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladı. Maarif Nezareti’ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi’ni bitirdi.

    Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye’de ‘hürriyetçi’ öğretmenlerinden etkilendi. Türkçe, Arapça, Farsça, ve Fransızca bilgisiyle çevresindekilerin dikkati çekti.

    Mekteb-i Mülkiye’nin lise bölümünde okurken şiirle uğraştı.

    Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine, mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı. 1889’da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi’ni 1893’te birincilikle bitirdi.

    Ziraat Nezareti emrinde 20 yıl görev yaptı. Memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da köylülerle yakın ilişkiler kurdu.

    İlk şiirlerini Resimli Gazete’de yayınladı. 1906’da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907’de Çiftçilik Makinist Mektebi’nde hocalık yaptı. 1908’de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi.

    İlk şiirlerinin yayınlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayınlamadı. 1908’de II.Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Eşref Edip’in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar ve şiirler yazmaya başladı.

    1913 yılında Mısır’a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine’ye uğradı. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muaviniyken memuriyetten istifa etti. Halkalı Ziraat Mektebi’nde kitabet ve Darülfunun’da edebiyat dersleri verdi.

    Teşkilat-ı Mahsusa ve Milli Mücadele’de 

    İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Ancak cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti.

    Birinci Dünya Savaşı sırasında istihbat teşkilatı Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin’e gönderildi. Burada Almanlar’ın eline esir düşen Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı.

    Çanakkale Savaşı’nın akışını Berlin’e ulaşan haberlerden izledi. Batı’nın gelişme düzeyi onu derinden etkiledi.

    Yine Teşkilât-ı Mahsusa’nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid’e ve savaşın son yılında Lübnan’a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi.

    Savaş sonrasında Anadolu’da başlayan direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir’de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920’de Dâr-ül Hikmet’deki görevinden alındı.

    İstanbul Hükümeti Anadolu’daki direnişçileri yasa dışı ilan edince yazarlarından olduğu Sebillürreşad dergisi Kastamonu’da yayınlanmaya başladı. Mehmet Akif bu vilayette Milli Mücadele hareketine katkısını hızlandırdı.

    Nasrullah Camii’nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır’da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı. Burdur milletvekili sıfatıyla TBMM’ye girdi.

    İstiklal Marşı

    Meclis, İstiklal Marşı güftesi için yarışma açtı. Yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamadı.

    Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver’in isteği üzerine 17 Şubat 1921 tarihinde İstiklal Marşı’nı yazdı.

    İstiklal Marşı, 12 Mart 1921 tarihinde birinci TBMM tarafından kabul edildi.

    Mısır’a Gidiş 

    Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır’da yaşamaya başladı. Daha sonra sürekli olarak Mısır’da yaşamaya karar verdi. 1926’dan başlayarak Camiü’l-Mısriyye’de Türk Dili ve Edebiyatı müderrisliği yaptı.

    Bu sırada siroz hastalığına yakalandı. Hava değişimi için 1935 yılında Lübnan’a, 1936 yılında Antakya’ya birer gezi yaptı.

    Yurdunda ölmek isteğiyle Türkiye’ye döndü.

    27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

    Dil Anlayışı 

    Mehmet Akif Ersoy’un şiirleri konuşma diline yaslanmıştır. Şiirleri, kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirlerdir. Şiirlerinin bütününü kapsayan bir iç musiki vardır.

    Dilde sadeleştirmeden yana olan tutumunu her şiirinde ortaya koymuştur. Dilin doğal yapısını bozmadan şiirimizin gelişmesini sağlamıştır. Dilin toplumsal işlevini öne çıkarmış, özgün bir üsluba ulaşmıştır.

    ESERLERİ:

    Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Âsım, Gölgeler.

  • Kemal Sunal

    Kemal Sunal

    1944 yılında İstanbul’da doğdu. Vefa Lisesi’nden mezun oldu. Sanat hayatı, “Zoraki Tabip” adlı tiyatro oyunuyla başladı. 1 yıl kadar Kenterler Tiyatrosu’nda çalıştıktan sonra Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda görev aldı. 1973 yılında Ertem Eğilmez’in yönettiği bir filmle sinemaya adımını attı ve kalabalık kadrolu filmlerde rol almaya başladı.

    Türk sinemasında başta İnek Şaban tiplemesi olmak üzere canlandırdığı pek çok tiple sevenlerinin kalbinde taht kuran Kemal Sunal, 7’den 70’e herkesin sevgisini kazandı.

    Türk sinemasının en büyük komedyenlerinden biri olan Sunal, peşpeşe çevirdiği filmlerle ticari açıdan büyük başarı kazandı. Filimlerde çoğu zaman saf,sansli ama iyi yurekli karakterlerin rollerine girdi.1974 yılında evlendi. Ali ve Ezo adlarında, biri kız diğeri erkek iki çocuğu oldu. 1977’de Antalya Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Sunal, oyunculuğu ve özellikle değişik tiplemesiyle Türk sinemasında komedi oyunculuğuna yeni bir soluk getirdi. 1990’lı yıllardan itibaren filmleri kesintisiz olarak televizyonlarda yayımlanmaya başladı; ama kendisi bu gösterimlerden hiç para kazanmadı.

    12 Eylül öncesi dönemde yarım bıraktığı üniversiteyi, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünü’nden mezun olarak 1995 yılında bitirdi ve yüksek lisans yapmaya başladı. Hayatı boyunca toplam 82 filmde rol aldı. 3 Temmuz 2000 tarihinde Balalayka adlı filmin çekimlerine başlamak için Trabzon’a gitmek üzere bindiği uçakta kalkıştan hemen önce geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu.

    Sinema filmleri
    •Propaganda (1999)
    •Varyemez (1991)
    •Koltuk Belası (1990)
    •Boynu Bükük Küheylan (1990)
    •Abuk Sabuk Bir Film (1990)
    •Zehir Hafiye (1989)
    •Talih Kuşu (1989)
    •Gülen Adam (1989)
    •Sevimli Hırsız (1988)
    •Uyanık Gazeteci (1988)
    •Polizei (1988)
    •İnatçı (1988)
    •Öğretmen (1988)
    •Düttürü Dünya (1988)
    •Bıçkın (1988)
    •Yakışıklı (1987)
    •Kiracı (1987)
    •Yoksul (1986)
    •Tarzan Rıfkı (1986)
    •Japon İşi (1987)
    •Garip (1986)
    •Deli Deli Küpeli (1986)
    •Davacı (1986)
    •Şendul Şaban (1985)
    •Şaban Papuçu Yarım (1985)
    •Sosyete Şaban (1985)
    •Gurbetçi Şaban (1985)
    •Katma Değer Şaban (1985)
    •Keriz (1985)
    •Atla Gel Şaban (1984)
    •Ortadirek Şaban (1984)
    •Postacı (1984)
    •Şabaniye (1984)
    •Tokatçı (1983)
    •Kılıbık (1983)
    •En Büyük Şaban (1983)
    •Çarıklı Milyoner (1983)
    •Yedi Bela Hüsnü (1982)
    •Doktor Civanım (1982)
    •Üç Kağıtçı (1981)
    •Kanlı Nigar (1981)
    •Davaro (1981)
    •Zübük (1980)
    •Gol Kralı (1980)
    •Gerzek Şaban (1980)
    •Devlet Kuşu (1980)
    •Korkusuz Korkak (1979)
    •Umudumuz Şaban (1979)
    •Şark Bülbülü (1979)
    •Dokunmayın Şabanıma (1979)
    •Bekçiler Kralı (1979)
    •Yüz Numaralı Adam (1978)
    •Kibar Feyzo (1978)
    •İyi Aile Çocuğu (1978)
    •Köşeyi Dönen Adam (1978)
    •İnek Şaban (1978)
    •Avanak Apti (1978)
    •Şabanoğlu Şaban (1977)
    •Sakar Şakir (1977)
    •Hababam Sınıfı Tatilde (1977)
    •Çöpçüler Kralı (1977)
    •İbo Güllüşah İle İbo (1977)
    •Tosun Paşa (1976)
    •Süt Kardeşler (1976)
    •Meraklı Köfteci (1976)
    •Kapıcılar Kralı (1976)
    •Sahte Kabadayı (1976)
    •Hababam Sınıfı Uyanıyor (1976)
    •Şaşkın Damat (1975)
    •Hanzo (1975)
    •Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı (1975)
    •Hababam Sınıfı (1975)
    •Köyden İndim Şehire (1974)
    •Salako (1974)
    •Salak Milyoner (1974)
    •Mavi Boncuk (1974)
    •Hasret (1974)
    •Canım Kardeşim (1973)
    •Oh Olsun (1973)
    •Güllü Geliyor Güllü (1973)
    •Yalancı Yarim (1973)
    •Tatlı Dillim (1972)
    •Televizyon dizileri
    •Bay Kamber (1996)
    •Şaban İle Şirin (1995)
    •Şaban Askerde (1993)
    •Saygılar Bizden (1992)

    Tiyatro oyunları
    •Zoraki Takip

    Aldığı ödüller
    •1977: 14. Antalya Film Şenliği, En İyi Erkek Oyuncu, Kapıcılar Kralı
    •1998: 35. Antalya Film Şenliği, Yaşam Boyu Onur Ödülü, Kapıcılar Kralı
    •1989: 2. Ankara Film Şenliği, En İyi Erkek Oyuncu, Düttürü Dünya
    x

    (Kendi kaleminden)
    “1944’de İstanbul’da doğdum. Lise son sınıftayken felsefe öğretmenim Belkıs Balkır, elimden tuttuğu gibi beni Müşfik Kenter’e teslim etti. Bu arada üniversiteye başladım. Bir süre sonra turneler nedeni ile öğrenimime ara vermek zorunda kaldım. Kent Oyuncuları’ndan sonra sırasıyla Ulvi Uraz Tiyatrosu, Ayfer Feray Tiyatrosu ve en son Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda oynadım. 1972 yılında Ertem Eğilmez’in beni beğenip seçmesiyle sinemaya adımımı attım. Özel televizyonların yaygınlaşması üzerine diziler yaptım. Bu sıralarda da üniversiteyi bitirmeyi ve böylece gençlere örnek olmayı kafama koymuştum. Çünkü Türkiye’nin okuyan insana ihtiyacı vardı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü’nü 1995 yılında bitirdim. Bu da yetmez deyip yüksek lisans öğrenimimi de tamamladıktan sonra tez müddetim başladı. Bundan sonra da çok özlediğim tiyatroyu ve sinemayı birlikte yapmayı planlıyorum…”

  • Mardin merkezli 6 ildeki FETÖ/PDY operasyonu

    Mardin merkezli 6 ildeki FETÖ/PDY operasyonu

    Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen FETÖ/PDY soruşturması kapsamında 4 gün önce düzenlenen eş zamanlı operasyonda gözaltına alınan eski 6 polisin emniyetteki işlemleri tamamlandı.

    Adliyeye sevk edilen zanlılardan 3’ü tutuklandı, diğerleri adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

    Mardin, Trabzon, Adana, Konya, İstanbul ve Gaziantep’te 3 Temmuz’da belirlenen adreslere düzenlenen eş zamanlı operasyonda, örgütün dijital arşivlerinde “örgüte bağlı” şeklinde konumlandırılmış ve haklarında beyan bulunan eski 6 polis gözaltına alınmıştı.

  • Başkan Erdoğan’dan Yunanistan Başbakanı seçilen Miçotakis’e tebrik

    Başkan Erdoğan’dan Yunanistan Başbakanı seçilen Miçotakis’e tebrik

    Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yunanistan’ın yeni Başbakanı seçilen Kiriakos Miçotakis ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.

    Cumhurbaşkanlığı kaynaklarından edinilen bilgiye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmede, Kiriakos Miçotakis’i tebrik ederek, sonuçların Türkiye-Yunanistan ilişkileri ve bölge için hayırlı olması temennisinde bulundu.

  • Erdoğan ve Putin terörle mücadele konusunu masaya yatıracak

    Erdoğan ve Putin terörle mücadele konusunu masaya yatıracak

    Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın yaptığı açıklamada,”Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in davetine icabetle 3 Mayıs Çarşamba günü Rusya’ya ziyaret gerçekleştirecek” denildi.

    Ziyaret kapsamında ticaret hacmi ve karşılıklı yatırımların artırılması, turizmin geliştirilmesi, enerji işbirliğinin güçlendirilmesi başta olmak üzere ikili ilişkilerin ele alınacağı belirtildi.

    İki liderin, terörle mücadele konusunu masaya yatıracağı ifade edilirken, Suriye meselesiyle ilgili olarak, Cenevre ve Astana süreçlerinin takibi,
    Aralık ayında hayata geçirilen ateşkesin yaygınlaştırılması, ateşkes ihlallerinin son bulması, akan kanın durması, sivillere yardım ulaştırılması ve siyasi geçişin sağlanması için atılması gereken adımların görüşüleceği açıklandı.

    Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Basın Sözcüsü Dmitri Peskov, gazetecilere yaptığı açıklamada, “Yarın Soçi’ye Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geliyor, çok önemli bir görüşme gerçekleşecek” ifadesini kullandı.

    Peskov sözlerine şu şekilde devam etti: “Türk tarafı Suriye sorununu ve askeri teknik işbirliği dahil olmak üzere ikili işbirliğini görüşmek istediğini dile getirdi. Aynı zamanda diğer uluslararası ve bölgesel konularda da fikir alışverişi yapılacak.”

  • LİNÇ KÜLTÜRÜ 

    Avukat arkadaşın “Linç ve yalanın hukuki sorumluluğu var mı?” araştırmasının bana düşündürdükleri…

    Suç işlediği iddia edilen kişinin linç edildiği veya linci polisin engellediği haberlerle karşılaşıyoruz. Linç özellikle taciz suçlarında bizlerin normal karşılamaya meylettiğimiz bir eylem.

    Gerçek suçlunun suçunu saklamak veya mağdurun kendi yaptığı bir suçu örtmek için bir başkasına iftira atması olasılıklar içinde. Masumken iftira sonucu linç edildiğinizi hem maddi zarara uğradığınızı hem de manevi olarak lekelenmeme hakkınızın ihlal edildiğini varsayın. O zaman uğradığınız maddi zararı hukuken ödetmek kolaydır ama ya işin diğer boyutunun telafisi mümkün olabilir mi?

    Mahalle kültüründe olağan bir vakıa: “Bizim mahallenin kızına bakmışlar, toplanın gidiyoruz?”

    Hep sorgulamışımdır: Kimler, kim için, hangi gerekçe ve yetkiyle ceza kesebiliyor? Yargılama olmadan, ‘aleyhine’ ve ‘lehine’ deliller toplanmamışken bir söylem üzerine harekete geçenler ve onların cezai işleme maruz kalmamaları. Türkiye tarihinde de hâlâ utanarak andığımız halkın galeyana gelerek verdiği tepkiler nedeniyle yaşanmış acı olaylar hatırımızda. Suçu işleyen ve sebep olanda bu işe müdahildir. Elbet her adımından kendi sorumlu olan ‘insan’ların böyle bir hezeyana kapılmaları onları suçtan sıyırmıyor… Ama netice olarak meydana gelen olaya sebep olanlar görünmezlik örtüsüne bürünüyor. Bir ihtimal alakalı alakasız failler bulunarak ceza kesildiğinde kamu vicdanı da rahatlatılıyor.

    Derslerde insanı biyolojik olarak hayvanlardan ayıran en önemli özelliği baş parmağını kullanabilmesi. İnsan alet yapabilir. Ama insanı insan yapan en önemlisi özelliği düşünebilme becerisi. İnsan bilgiyi toparlar, çeşitli kıyaslamalarda bulunur, ölçer tatar, karar verir ve o doğrultuda eyleme geçer. Bu süreçleri dikkate almaz ise yolun sonunu gözardı ederek suyun akışına kapılıp gider.

    Bizler aynı resme baktığında bile farklı noktalara dikkat eden, farklı şeyleri gören, birinin 6 dediği rakama durduğu yere göre 9 diyen, her konuda tartışmaya meyilli canlılarız. Farklılığımız üzerinde nerede durduğumuz, aile kültürümüz, geçmişten bugüne edindiğimiz tecrübeler, eğitimimiz ve fıtratımız etkin.

    Örnek aldığımızı söylediğimiz Hz. Muhammed namaz kılarken Ebu Cehil ve destekçilerinin saldırısına uğrar, tekmelenir, üzerine işkembe ve deve dışkısı atılır. Ve ‘ O’, başından aşağıya doğru kokmuş kan ve dışkı karışımı sızmakta olduğu halde ellerini açar: “ALLAH’ım, Kureyş’i sana havale ediyorum!” der.

    Sert mizacı ile anılan Hz. Ömer’in Hudeybiye Antlaşması’nın yapılmasına itiraz ettiğine dair rivâyetlerde “Neden dinimiz için hakarete mâruz kalıyoruz?” tarzı sorgulamalar yapmıştır.Antlaşma konusunda akli hareket ederek ön göremediği hayırlar meyvesini verdikten sonra çok pişman olduğu belirtilir.

    İslam düşmanı Ebu Cehil’in defalarca kapısına giden Hz. Muhammet’in ona söylediği en kötü sözdür: Ebu Cehil yani cahillerin babası.. Ne bir küfür, ne de linç. Haksızlık yapan Ebu Cehil’e karşılık, düşmanın bile haysiyetini ayaklar altına almayan, hakkın yerini bulması için müdahale eden ahsen-i takvim.. Onun hayatından ve adaletinden ders almamız gerekiyor. Kim ne söylerse söylesin, söylenen sözün gerçekliğini araştırmak, bir iddia var ise karşı tarafa söz hakkı tanımak doğru bilgiye olabilğince yaklaşmaktır güzel olan haslet.

    Modern çağın ünlü filozofu Kant’a göre; iyinin de kötünün de özü niyetseldir ve niyet eylemden önce gelir. İyi, akla ve yasaya uygun olandır. Buradaki niyet sadece ödev ve sorumlulktur. Kant’ın bu düşüncesine ödev ahlakı (iyi niyet ahlakı) denir.

    Herşeyi bir süzgeçten geçirip hem dini hem hukuki sorumluluğu göz önünde tutmak ve kendini yönetebilmektir insanı güçlü kılan. Ve İNSAN, temsil ettiğini iddia ettiği makama da hakkını vermiş, görevini ifa etmiş olur.

  • Şu Sıralar..

    İktidar İlişkileri

    İktidar kelimesi bir işi yapabilme gücünü ifade eder. Geçmişten bugüne insanların birbiri üzerinde egemenlik kurması, yönetmesi veya yönlendirmesi iktidar olgusu içinde var olmuştur.

    Kelimeyi siyasal iktidar olarak kullanırsak; akla elinde bulundurduğu yetki ile yönettiği toplum üzerinde meşru güç/kuvvet kullanma hakkına sahip devlet otoritesi gelir. İnsanlar bilinçli bir şekilde zorlama ve baskı olmadan toplum bütünlüğüne uygun kararları ve kuralları kabul ederler. Tabii ki bu güç belirli evrensel kurallar çercevesinde sınırları aşmadan, adalete uygun, tarafsız ve ilkeli olmalıdır.

    İktidar ilişkileri aslen iki insanın olduğu her alanda ve toplumun en küçük birimi olarak aile içinde de söz konusudur. Bir kişinin diğer bir kişiyi yönlendirmesi ve etkisi altında tutması bilgilendirme, ikna, maddi/manevi baskı, tehdit, aldatma gibi uygun veya uygun olmayan çeşitli yollarla sağlanabiliyor.

    Ailede “Sen anlamazsın.”, “Dediğimi yap, çok konuşma!” gibi bir yaklaşımla itaate yönelik bir eğitim aldığımızı düşünelim. Sonucunda “İtaat eden, kurtulur!” şeklinde bir düşünce örüntüsü oluşturuyor ve yetişkin olsak bile düşünme işini bir başkasına bırakmayı alışkanlık haline getiriyoruz. Nasıl oluyorsa etrafımızda bizi bizden daha çok düşünen insanlar hep var oluyorlar.

    “Ey İnsanlar !”

    İslam inancı “Ey İnsanlar!” hitabı ile hiçbir ayrım olmadan herkesi eşit görür ve kayıtsız şartsız itaati reddeder. İnsan hayatını kendisine verilen aklı ve iradeyi kullanarak uygun gördüğü şekilde biçimlendirme hakkını elinde tutar.

    Hz. Ebu Bekir’in sözleri bize nasıl davranmanız gerektiğini en güzeliyle anlatır. “Ben içinizden en hayırlınız olmadığım halde başınıza emir olarak tayin edilmiş bulunmaktayım. Uygulamalarımda isabet eder, iyi şeyler yaparsam beni destekleyiniz, beni cesaretlendiriniz, yok eğer yanlış icraatlarda bulunursam beni uyarınız. Bilinizki doğruluk emanet, yalancılık da hıyanettir.” İş böyle iken kendi iradesini Allah’tan başka bir bireye teslim eden, neyi neye göre kıyaslayacağını araştırmayan insan karşışındaki muhatabına “Burada yanlışsın.” diyebilir mi? “Akletmez misin?” sorusuna cevap “Atam, hocam, eşim, annem, o veya şu böyle dedi.” gibi bir cevap verilebilir mi?

    İtaat kelimesine antipati duymak sebebiyle ruhbanlık sınıfının olmadığı bir inançta bu kayıtsız şartsız teslimiyetin vücut bulmasını enteresan bulunuyorum. Her birey bilinç ve irade ile yüklenmeyi kabul ettiği sorumluluklarını kulluğa layık şekilde sırtına almalıdır. Çünkü düşüncelerde başlayan sıkıntılar tüm hayatımıza yayılır. Sorular hep bize cevapları öğretirler. Mesela; “Sahip olduğumuz, savunduğumuz değerler nelerdir?”, Kimi memnun etmeye çalışıyoruz?”, “Ortama göre farklı farklı davranmayı yada konuşmayı nasıl başarabiliyoruz?”

    Yeni Zelanda Terör Saldırısı 

    Yeni Zellenda Başbakanı Adern, terör saldırısında gösterdiği söylem ve davranışlarla tüm dünyanın dikkatini çekti. Şimdilerde ırkçılardan ölüm tehdidi alan Feminit Sosyal Demokrat Adern, iktidar sahibi olmanın en güzel örneğini gözler önüne serdi. Hatta ABD’de “Amerika, Jacinda Ardern kadar iyi bir lideri hak ediyor.” cümleleri bir yazıya yansıdı.

    11 Eylül olaylarından sonra Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılık, Yeni Zelanda’da teröristin dinine veya ırkına mensup insanlara öfke olarak yansıtılmadı. Suçluya karşı görevliler üzerine düşeni yaparken Ardern ise resmi kanallardan halka şöyle seslendi: “Peygamber Muhammed dedi ki: ‘Karşılıklı şefkat, merhamet ve sempatileri ile inananlar tek bir beden gibidir. Vücudun herhangi bir kısmı acı çekerse, tüm vücut acı hisseder.’ Yeni Zelanda’da sizinle yasta, biz biriz.” Hem gerekeni yapabilmek hem de ‘bir olabilmek’ ayrı bir başarı..

  • Zillet İttifakı

    Bir seçim sürecine daha girdiğimiz şu günlerde iki ittifaktan söz ediliyor. Cumhur ittifakı ve söylemlere bakıldığında diğer tarafa konulan isim zillet ittifakı.

    Kimdir bu zillet ittifakı? Ne yer ne içerler? Nereden geldiler?

    Söylenenlere biraz kulak kabarttığımızda sanki bu topraklara dışarıdan gelmiş Güçlü Türkiye’nin bekasını tehlikeye sokmak için varıyla gücüyle çalışan bizden olmayanlar tarafından istila edilmişiz düşüncesine kapılıp paranoyaya doğru kayabiliyoruz. Kendi toprağına ait söylem ve çalışmaları ile muhalefet etme ve seçim mücadelesine katılmaya bile hakları yok. BİZ VE ONLAR! Bu ayrım o kadar sağlıksız bir hal alıyor ki herkes şüpheli herkes sanki vatana ihanet etme yarışında.

    Bu milletin seçimle başa getirp değiştirme hakkını yani olağan tercihini yapıp yönetme işini emanet etmesini de sorunlu hale getiriyor. Neden mi? Emaneti yüklenenlerin denetlenebilirliğini, suistimal edenin sorgulanabildiğini, ihmal söz konusu olduğunda edillmesi gereken bir özrü bir istifayı görmek bir yana “Millet Seçimini Sandıkta Yapar.” sözü de bir anlamda anlamsızlaşıyor. Peki milletin seçimini istediği yönde yapmasını sağlayan seçme hakkı da bu söylemlerle buharlaştırılmıyor mu ?

    Tek partili dönemden çok partili döneme geçişimiz sancılı olmuştu. Devlet erkanınca kurulan ve farklı söylemler filizlenmeye başladığında yine devlet erkanınca kapatılması yönünde girişimlerin görüldüğü bir dönem… Şu anda o zamanları anımsatan benzer sancılarımız var. Ama tek parti döneminde değiliz.

    Seçimlerde en sık duyduğumuz partilere bir göz attığımızda Ak Parti ve Mhp Cumhur İttifakı ismini hala kullanıyor. BBP’de bu ittifakta yer almak istesede başarılı olamadı. Chp ve İyi Parti ittifakı da Cumhur ittifakı gibi il ve ilçelerde farklı adaylarda uzlaşmaya çalışıyor. Saadet Partisi ise tüm il ve ilçelerde aday çıkaran tek parti olduklarını bastıra bastıra ifade etmeye çalışıyor. Bunun zillet ittifakı söylemlerinde sık sık isimlerinin geçmesinin yansıması olduğunu okuyabiliyoruz. Birde tüm seçimin odağında olan ve seçim sonucu partiler açısından negatif yönde etkileme gücü olan birinin diğeriyle özdeşleştirmeye çalıştığı diğerlerinin itina ile uzak durmaya çalıştığı Hdp. Chp, İyi Parti, Saadet Partisi ve Hdp toplanıp bir torbaya koyuluyor ve Cumhur ittifakının ve destekçilerinin taktığı isim ile zillet ittifakı oluyor. Ülkenin sarsılmaz bütünlüğünü tehlikeye atabilecek bir bomba olarak ortamıza bırakılıyor. “Yaklaşmayın,Tehlikelidir!”

    Seçimi doğru olmayan yönlendirmelerle kazandığımızda bunu hak olarak ifade edemeyiz. Bunun için seçime giren partilerin yapacakları projeleri ve adayları öne çıkararak seçme hakkını seçmenin sağduyusuna bırakması daha yerinde olacaktır. Farklı inançlarıyla farklı fikirleriyle kozmopolit bir yapıya sahip ülkemizde vatandaşların birbirlerine üstünlüğü olmadığı gibi farklılıkları göz önüne alınmaksızın herkes eşit haklara sahiptir. Seçecekleri kişileri kendi tercihlerine göre yaparak bu kişilerin anayasaya uygun şekilde gerçekleştirilen tüm faaliyetlerini sorgulama ve inceleme haklarına sahiplerdir.

    Kendi yaşadığımız Kartal bazında adaylara göz attığımızda bir aday kimimizin yakını, bir aday kimimizin hemşehrisi bir diğeri kimimizin sınıf arkadaşı … Kişi olarak baktığımızda onlar sevdiğimiz saydığımız bizden olan ve bizim gibi Kartal’ın insanları. Oy ile beka arasında bir bağlantı kurmak gerektiğinde eski belediye başkanları ve ekipleri için bir beka sorunu elbet vardır. Makamlara belli süreler için geldiler, iyi veya kötü tarihe not düştüler ve yerlerini yeni seçilmişlere bırakacaklar. Ve önümüzdeki seçimlerde bizler vatandaş olarak kime oy atarsak atalım, insana sadece insan olmasından dolayı değer veren makamlarının hakkını vererek tüm seçmenleri bir bütün olarak gören, dinleyen, iletilen talepler doğrultusunda çalışmalar yapan belediye başkanları görmek istiyoruz ve bence en önemli konu sadece budur.

  • İstanbul’a Sevda, Doğaya Hasret

    Ah! Sevdalı olduğum İstanbul, ne de çok yoruyorsun insanı.. Kalkışından yatışına bitmiyor kalabalığın, işin, gücün.. Yine de bırakılamayacak kadar güzel geliyorsun insana.. Çikolata gibi belki, kilo yapsa da her gün yediğimiz.. Bağımlılık mı alışkanlık mı bir bilinmezsin içimde..

    O yazları gittiğim köy ne çok da tüter oldu burnumda.. Pembe olmasa da rengi dışarıdan içeriye girmediğim ama baktığımda pembenin sıcaklığını hissettiren o ev..

    O ağaçlar vardı ya tırmandığım, ellerimi dudaklarımı boyayan taflanlar… Dut ağaçlarında ne çok konaklardım o zamanlar. Herşey ellerimizle gelirdi sofraya.. Her sene bir kaç mısır eker, bir kaç fasulye ekerdim verimli toprağa. Sobada közlediğimiz patatesin tadı kaldı mı şimdilerde..

    Armut ağacından düşünce dedem, nasılda koşusturmuştuk. Hani dut ağacına kurduğumuz salıncaktan sallandığımız da, tüm Giresun sahili ve dağları altımızda kalırdı.. Ne de yüksek ve ne de hızlı sallardık birbirimizi..

    Kelebekleri yakalamaya çalıştığımda tuttuğum arının iğnesi, ne de yakmıştı serçe parmağımı, kaza işte.. Halacığım “cezalandırıldığımı” söylemişti. Yoğurttu ilacı acının.. Şimdilerde ilaçlar çeşit çeşit.. Arının yuvasına çomak soktuğumuzda nasıl kovalamıştı Canan ve Hakan’ı.. Ben görmemiştik yuvadan çıkan arıları, onlarda beni.. Canan’ın saçlarından temizlemek zor olmuştu arıları.. Hakan’ı bir süre görememiştik sonraları. Eve gidip saklandığımda, babannem “Onlar seni tanırlar, seni de sokarlar.” demişti de iki gün evin kapısını bile açtırmamıştım ya..

    Haftada bir, tüm köyce kamyona toplaşır, uçurum kenarlarından Görele’ye alışverişe inerdik. Kamyon kasasında ayakta, yine durmayıp kollarımı uzatırdım dışarı, illa otlara doğru, muhakkak dikenlerin kollarımı sıyırması gerekirdi belki de.. Bir Giresun dondurmasıydı, alışverişin içimde ki anlamı, bardakta olacaktı muhakkak, her zaman ki herkesin yediği gibi.. Yalı’dan alınan bize has hafif tatlımsı poğacadan bir tane..

    Çay makası ve sırtımız da küçük sepetimizle çay kesmeye giderdik.. Ben yine çekirgeleri kovalayacaktım ara ara.. Yeşil uzun çekirgeler, elimden zıplamalıydılar kaçmak için, sonraları kahverengi olanlar gözükmeye başladı, korkuturdu onlar beni.. Her yeşilliğin ardından deniz gözükürdü. Hafif rüzgar, çiseleyen yağmur, akşamları dut ağacı altında dostlarla çay sefaları..

    Fındık baçelerinde az mı gülüştük, fındık toplarken.. O ısırganlar nasıl da yakardı bacaklarımızı, iğidin otunu ezer sürerdik kabaran yerlerimize.. Fındıkları sermek için 15-20 dakikada inerdik, hırçın Karadeniz sahiline.. Bir teyp müzik çalar, biz çocuklar oynardık, korna çalarak geçen arabaları taşıyan yolların kenarların da..

    Sarı kız vardı, otlatmaya götürdüğümüz, boynunda çanıyla.. Yumurtlamasını her sabah elim açık beklediğim bir kaç tavuk.. Yumurta sadece benimdi, vermezdim kimseye.. Şaka sebebiydi bu ama ben yumurtayı alayım da şakalar yapılırsa yapılsındı ismime.. Böyle doğal yumurta bulur muyuz buralar da..

    Elimle yediğim zeytinler için ne de azar işitirdim halamdan, babannem arka çıkardı her zaman.. Hala elimle zeytin yerim ara sıra..

    Evin önünden bağırırdım, şimdi rahmetli olan dedeme, eko ile yankılanan sesime taa karşı köyden ses verirdi o zamanlar.. Şimdilerde çok ses var etrafta ve çok karışıyor birbirine..

    Çocuklar seninle nasıl büyüyor İstanbul, Giresun gibi sıcaklık sarıyor mu kalplerini, doğanın verdiği o huzur ve neşeyi yaşatıyor musun onlara.. Derelerin üzerinde yalınayak dolaşabiliyorlar mı, stresin olmadığı bir yerin var mı çocuklara çocukluklarını yaşatan.. Elektronikten ve gürültüden uzaklaşıp koşabiliyorlar mı özgürce ağaçlar arasında, kaybolma korkusu olmadan.. Peki, sevda şehri İstanbul, yetiştirirken çocukları, güven veriyor musun annelerin yüreklerine..

süratbet | süratbet giriş | suratbet | süratbet güncel giriş