Yazar: Sibel BOZ

  • Kartal’da Kabotaj Bayramı Kutlamaları, Heyecan Dolu Yarışlarla Taçlanıyor

    Kartal’da Kabotaj Bayramı Kutlamaları, Heyecan Dolu Yarışlarla Taçlanıyor

    (Kartal, 9 Temmuz 2023) – Türkiye’nin denizcilik tarihinde önemli bir yere sahip olan Kabotaj Bayramı, Kartal’da renkli etkinliklerle kutlandı.

    Bu yılki kutlamalar sporcuların müzik eşliğinde yaptıkları sabah sporu ile başladı. Kutlamalara katılan Kartal Belediye Başkanı Gökhan Yüksel kutlama alanında etkinliğe katılan mahallelerin standlarına tek tek uğrayarak sporcularla fotoğraf çektirdi.

     

    Sonrasında denize çelenk koyan Yüksel, yarışacak ekiplere başkanlık eden mahalle muhtarları ile fotoğraf çekildi. Dalgıçlar, Türk Bayrağı ve Türkiye’nin kendi sularında ve boğazlarda tam bağımsızlığını kazanması için mücadele eden Kurucumuz Atatürk’ün fotoğrafını deniz altından suyun yüzeyine çıkardılar.

     

    (Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonlar çerçevesinde yabancı ülke gemilerine tanıdığı kabotaj ayrıcalığı Lozan Barış Antlaşması’yla 1923 yılında kaldırıldı. 20 Nisan 1926 tarihinde kabul edilen Kabotaj Kanunu 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe girdi.)

     

    Kürek yarışmasında 16 Mahalle yarışlara katılırken yarışma kurallarından biri her ekipte dört kadın sporcunun da bulunmasıydı. Yüksel’in verdiği gong sesiyle başlayan yarışmada ilk dört ekip Atalar, Cevizli, Cumhuriyet ve Çarşı mahalleleriydi. Heyecanlı geçen yarışmayı Çarşı mahallesi kazandı. İkinci olarak Esentepe, Gümüşpınar, Hürriyet, Karlıktepe mahalleleri yarıştı. Her mahallenin ayrı bir takım kurduğu organizasyonda, çekişmeli yarışlar devam etti. Geçen senenin galibi Uğur Mumcu Mahallesi iken bu sene hava muhalefeti nedeniyle ikinci turu yapılamayan yarışların galibi 00:56 saniye ile tekrar Uğur Mumcu Mahallesi oldu.

    Flyboard gösterisinde yapıldığı “Spora atım at, Kartal’a hareket kat” konseptli etkinlik Kartal Belediyesi’nin Kartal’a kazandırdığı Dragos Su Sporları İskelesinde gerçekleşti. Etkinlik, Kabotaj Bayramı’nın coşkusunu ve deniz sevgisini taçlandırdı. Etkinlik coşkulu bir kalabalık tarafından izlendi.

    Etkinlik alanında sağlık ekipleri ve Kartal Belediyesi Afet Destek Birimi (KADEB) standı da bulunduruldu. KADEB görevlileri standa gelen ziyaretçileri bilgilendirdi.

    Mahalle Muhtarları ve ekipleri ile katılımcılar, mahalleler arası kaynaşmayı sağladıkları için etkinliği düzenleyen Belediye Başkanı Gökhan Yüksel başta olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürlerini ilettiler.

     

  • Motosiklet Ambulanslar Hayat Kurtarıyor

    Motosiklet Ambulanslar Hayat Kurtarıyor

    Motosiklet ambulanslar nüfusu fazla, trafik yoğunluğu olan yerlerde kullanılıyor.

    Her türlü vakaya hızlı müdahale edebilen motosiklet ambulanslar, kazalar ve büyük çaplı olaylarda ise olay yeri organizasyonu ve bilgi iletimi sağlıyorlar. Sağlık tedbirleri kapsamında tören ve bayramlarda görevlendiriliyorlar.

    Trafiğe kapalı yollar, dar sokaklar, park, bahçe ve mesire alanları gibi ambulansın giremeyeceği yerlerde çalışıyorlar.

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, attığı tweet ile ülke genelinde 60 motosiklet ambulans olduğunu duyurdu.

     

  • Sivas Katliamı 30. Yılı Anma Programı

    Sivas Katliamı 30. Yılı Anma Programı

    2 Temmuz Sivas Katliamı 30. Yıl Anma Programı 5 Temmuz’da Altınoluk’ta gerçekleşti.

    Atatürk Caddesi Kırmızı Köprü önünden Altınoluk Cumhuriyet Meydanına yapılan toplu yürüyüşe bir çok siyasi parti ve dernek katıldı.

    Ön sırada havada tutulan bir saz ile ilerleyen konvoyun ilk sıralarında yürüyen katılımcılar siyah giyindi. Ve ellerinde katliamda kaybedilen ‘canların’ fotoğrafları taşındı. “Can Atalay’a Özgürlük”, “Can Çıkacak Halkını Savunacak” pankartları taşıyan Türkiye İşçi Partisi grubu, milletvekili seçilen Can Atalay’ın Silivri’de çıkması için sloganlar atarak seslerini duyurdu.

    Yürüyüşe, Alevi Kültür Dernekleri, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Edremit Şubesi, Hacıbektaşi Veli Derneği, Cem Vakfı ve Ege Tahtacı Edremit Şubesi, Eğitim-Sen Edremit Temsilciliği, Körfez Sivaslılar Kültür ve Dayanışma, EMEP Partisi, Yeşil Sol Parti, Sol Parti, TİP Partisi, HDP Edremit Örgütü, Körfez Sivaslılar Kültür ve Dayanışma Derneği, Balıkesir Körfez Dersimliler Derneği, Anadolu Kadın Hareketi Derneği, Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Körfez Tokatlılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği katıldı.

     

     

    Grup, jandarma kontrolünde sloganlarla yürüyüş yaptıktan sonra Cumhuriyet Meydanında kurulan sahne etrafında toplandı. Program Ali Ekber Eren konseri ile devam devam etti.

  • Çırpınışlarla…

    Çırpınışlarla…

    Çırpınışlarla..

    Hava ılıktı, huzur kaplamıştı içini. Kumsalda uzanıyordu, teninin okşanıp saçlarının dalgalandığını o durağan anın içinde kaybolmuştu sanki.

    Hayat, neydi?

    Kaos mu, dinginlik mi? Ne çok vurmuştu kıyıya. Her defasında yine fırlatılmıştı denizin ortasına. Çırpınışlarla batmamaya çalışırken vazgeçtiğinde ise kıyıya vurmuş oluyordu gözlerini açtığında, tekrar tekrar.

    Bırakmıyorlardı olduğu yerde, tutup yine fırlatıyorlardı. Her defasında çırpınıyordu, çırpınıyordu. Tutacak bir parça aranıyordu, bakıyordu sağa sola. Bir ‘O’ muydu suyun kaldıramadığı. Kimseleri göremiyordu, korkuyordu atılmaktan. Gözünü açtığında tekrar fırlatılmaktan yorulmuştu. Bırakmak istiyordu; bir yandan kendini, bir yandan tekrar tekrar gözünü açmayı..

    Bilmiyordu, yorulmuştu,

    Yorulmuştu, sıkılmıştı.

    Çırpınışlardan.

    Bu sefer, daha fazla açıklaya karar verdi, kumsaldan uzağa. Batmamak için debelenirken kumsal görünmüyordu artık.

    Bir “Oooh..” çekti derinden.

    Bitecek sonunda, bu nakarat.

    Usulca bıraktı çırpınmayı, gözlerini kapattı. Süzülüyordu derinlere. Biiyordu.. “En sonunda..” diye iç geçirdi. Bitiyordu artık bu döngü. Kıyıyı görmeyeceğini umuyordu. Hafiflemişti, su saçlarını dalgalandırıyordu. İniyordu, salına salına.

    “Bitti.” dedi.

    “Artık kumsala vurmayacağım.”

    “Tekrar da atılmayacağım.” Bakarken Karadeniz’in derinliklerine doğru, gözlerini kapattı. Suyun içinde ne de hoş salınıyordu.

    “Bitti.” dedi.

    Artık hissediyordu. Batmıştı. Bekledi, uzunca bir süre bekledi. Suyla sallanıyordu. Yumuşacık iplikler hissediyordu, tenini okşayıp geçen. Bekledi, uzunca bir süre bekledi, hiç endişelenmeden, gözünü açmadan. Nasıl da hafiflemişti artık, kıyıya vurduğu anlar gibi.. Bekledi..

    O an gelmemişti, halbuki bayağı zaman geçmişti. Sorular oluşmaya başladı zihninde. Cevapları bilmiyordu. Göz kapaklarını düşündü. Milim milim kaldırmaya başladı. İlkin mavilik gördü. Su çok temizdi. Birşeyler yüzüyordu, her yerde. Yosunlar dans ediyordu, müziğe eşlik eder gibi. Her şeyin bir ritmi vardı. Büyük bir ahenk… Çok küçüktü onlardan. Gözlerini açtı izliyordu, ne var ne yoksa.. Çırpınmasına gerek kalmamıştı, Yaşıyordu. İlk defa gördüğü bu dünya hayretler içinde bırakmıştı onu.

    Küçüktü, deniz kızı. Kendisinin buralara ait olduğunu, tekrar fırlatılmayacağını, düşündü. Tekrar çırpınmasına gerek kalmadığını, düşündü. Bunca zaman kendisine ait olmayan bir yerlerde geçen şu kısacık hayatının çömezi olduğunu düşündü.

    Düşündü.

    Kısacık hayatını düşündü, geçmişini..

    Geleceği hayal etti, büyüdüğünü.

    Gülümsedi, küçük deniz kızı. İlk defa gülümsedi.

  • Nazım Hikmet Sözleriyle İstifa

    Nazım Hikmet Sözleriyle İstifa

    Yunanistan’da Radikal Sol Koalisyon (SYRIZA) lideri ve eski başbakan Aleksis Çipras, twitter hesabından parti genel başkanlığından istifa ettiğini duyurdu.

    Çipras, Nazım Hikmet’in “En güzel deniz henüz gidilmemiş olandır” şiirine atıfta bulundu. Seçim sonucunu iyice değerlendirdiğini belirtek Çipras’ın açıklaması;

    “Size inananlara ve kendinize karşı kritik kararlar vermeniz için çağrıldığınız bazı anlar vardır. Bu kararı planlayarak veriyorum.

    Ülke tarihindeki ilk sol başbakan bendim. 34 Yaşındayken solun küçük bir partisini aldım. Birlikte yaptığımız yolculuk tehlikeliydi, tuzaklarla doluydu ama heyecan vericiydi. Küçük bir partiden Syriza, Yunanistan’daki ilerici fraksiyonun bel kemiği oldu. Avrupa’da egemen olan ilk sol parti ve aslında vatan ve Avrupa için tarihi anlardı.

    Her gün bir savaş günüydü. Düşman bir Avrupa ve bizi cezaya layık gören borç verenler ittifakıyla karşı karşıya kaldık. Ülke içindeki sempatizanlarla gaspla karşı karşıya kaldık. Ve benim için önemli bir gün olan bugün, elde ettiklerimizle, muhtıradan çıkışımızla, restore ettiğimiz uluslararası imajımızla, toplumun iyileşmesi için, tarihi Prespa anlaşması için gurur duyduğumu ilan ediyorum.

    Bu prosedürü eylemle değilde sadece sözümle önermek ikiyüzlü olur. Yeni bir SYRİZA dalgasına duyulan ihtiyacı anlıyorum. Partimizin insan gücüne güveniyorum. Aday olmayacağım süreçlere derhal başvurarak parti üyeleri tarafından yeni bir liderliğin seçilmesini önermeye karar verdim.

    Birlikte bulduğum ve kendimizi bu heyecan verici yolculukta bulduğumuz binlerce üyeye, arkadaşlara, yüz binlerce SYRIZA seçmenine seslenmek istiyorum. Ve onların yanında olmaya devam edeceğime dair bir taahhütte bulunmak istiyorum. Çünkü yolculuk devam ediyor ve en güzel deniz, henüz seyahat etmediğimiz deniz. Her zaman daha iyi bir yarının umuduna hizmet edeceğim..i Bnlerce üyeye, arkadaşa, yüz binlerce SYRIZA seçmenine hitap etmek istiyorum.

    SYRIZA – İlerici İttifak’ın binlerce üyesine ve arkadaşına yürekten teşekkür ediyorum. Şimdiye kadar yaptığımız en zor ama aynı zamanda en güzel seçimdi.”

  • Eski Bayramlar Mı?

    Eski Bayramlar Mı?

    Eski bayramlar mı?

    Eski bayramlar yad edilir.. Kimi samimiyetten dem vurur, kimi kalabalık aile sofralarından. Bozulduğunu düşündüğü, kaybettiğini düşündüğü her ne varsa dile gelir peşi sıra..

    Eski bayramlar mı?

    Belki de siyasetin bu kadar revaçta olduğu, aileleri bile bir sofraya oturamaz hale getirdiği için duyuluyordur, bu özlem.. Kim bilir, belki günler bayramlar hep aynıdır da; biz, eski bizler değilizdir. Ülkemizdeki siyaset türü iyi gelmiyordur bizlere.. Her an, her yerde..

    Saygıyla, hoşgörüyle hakim siyaset tarzından kendimizi sıyırıp kendimiz olarak var olmalıyız, belki de.. Çatışma duygusundan uzaklaştırıcı bir hissiyata geçiş yapabilir hissetmek istediğimiz hasretlerimize kavuşabiliriz. O anları aramak yerine yaşayabiliriz.

    Herşey durmadan değişiyor ve değişmeye devam edecek bazen istediğimiz, bazen istemediğimiz gibi.. Ama kesin olan, bu gün böyle kalmayacak. Değişimin muhakkak olduğu yerde sadece yaşamak gerek. Bilerek değişimin geleceğini..

    Herşeyin güzel olduğu, keyifli anlar, bayramlar dilerim..

  • Sağlık Bakanlığı’ndan Kızamık Uyarısı

    Sağlık Bakanlığı’ndan Kızamık Uyarısı

    81 il valiliğine gönderilen yazıda, “Dünya genelinde son yıllarda yaşanan aşı kapsayıcılığındaki düşüşler, zayıflamış kızamık sürveyansı (izleme) ve Covid-19 nedeniyle aşılama faaliyetlerinde meydana gelen kesintiler ve gecikmelerin yanı sıra 2022 ve 2023 yıllarında devam eden vakalar, kızamığın dünyanın her bölgesinde bir tehdit olabileceği anlamına geldiği Dünya Sağlık Örgütü tarafından bildirilmiştir. Ülkemizde de son dönemlerde kızamık vakaları bildirilmektedir. Bu nedenle kızamığa karşı alınabilecek önlemlerin bir kez daha hatırlatılmasına ihtiyaç duyulmuştur.” denildi.

    Kızamık çocukluk yaşlarında daha sık olmakla beraber her yaşta görülebilen oldukça bulaşıcı bir hastalık. Solunum veya temas yoluyla bulaştıktan sonra günlerce belirti vermeyen hastalık 10 gün sonra ateş, öksürük, burun akıntısı, halsizlik ve gözde kızarıklık gibi belirtiler veriyor. Kırmızı noktaların vücutta belirmesiyle teşhisi kolaylaşan hastalıkta önemli olan hastalık döneminde oluşabilecek diğer komplikasyonların önüne geçilmesidir.

    Hastalıktan korunmanın en önemli yolu aşıdır. %95 etkili olan aşı salgınların önüne geçmekte zorunlu bir yoldur.

    “Hastalıktan korunmanın önemi nedir?

    Bildirilen kızamık vakalarının yaklaşık %30’unda bir ya da daha fazla komplikasyon gelişmektedir.

    Bir yaş altı çocuklarda ve erişkinlerde ciddi komplikasyon riski daha yüksektir. Kızamık geçirenlerin %1 ile 6’sında zatürre, %6’sında ishal, %7-9’unda ciddi orta kulak enfeksiyonu, 1000 vakada bir körlük ve beyin iltihabı görülür.

    Gelişmekte olan ülkelerde her 20 kızamık vakasından biri kaybedilmektedir.” asi.saglik.gov.tr

    Uzmanlar, dünya çapında bir yükseliş olduğunu belirterek konunun ciddiye alınmasını öneriyorlar.

  • Türk Gencinden Çığır Açan Keşif

    Türk Gencinden Çığır Açan Keşif

    Üniversiteyi Bilkent’te okuyan ve doktora çalışmalarını Harvard Üniversitesi Fizik Bölümü’nde yapan 26 yaşındaki Furkan Öztürk, yaşamın nasıl başladığına dair gizemlerden birini ortaya çıkardı. Furkan Öztürk’ün keşfini Nobel ödüllü bilim insanı Jack Szostak ‘çığır açıcı’ olarak tanımladı.

    Fransız bilim insanı Louis Pasteur (Kuduz aşısının keşfi)’nun, 1848’de ortaya attığı ama ispatlayamadığı moleküllerin ayna görüntüsü formlarında (homokiralite) bulunması özelliği ispatlanamıyordu. Science Advances adlı bilimsel dergide makaleleri yayınlanan Öztürk, yaptığı keşifle manyetik mineraller üzerinde RNA öncüsü molekülleri kristalize ederek RNA’nın yapıtaşlarını yalnızca sağa veya sola doğru kıvrılan bir sarmal halinde elde etmeyi başardı. Yaşamın kökenine dair bir çok sorudan biri böylece cevap buldu. Bir fermuar misali yapılan bu buluş ile diğer bazı sorularında cevap bulacağı düşünülüyor.

    Yaşamın kökenine dair soruların cevaplanması ile yaşamı anlamak ve yeni yaşam formları keşfetmemize yardımcı olacaktır.

    Fizik okuması yanında kimya, biyoloji, spor gibi alanlara da ilgi gösteren Öztürk, gelen ilgi için sosyal medya hesabından teşekkür ederek gençlere yönelik tavsiyelerde bulundu.

  • Özel Kartal Nazmi Arıkan Fen Bilimleri Anadolu Lisesi mezunlarını verdi

    Özel Kartal Nazmi Arıkan Fen Bilimleri Anadolu Lisesi mezunlarını verdi

    Özel Kartal Nazmi Arıkan Fen Bilimleri Anadolu Lisesi 2023 mezunlarını büyük bir coşkuyla uğurlandı. Mezuniyet Programı, 19.06.2023 Pazartesi günü saat 19.00’da Okul bahçesinde yapıldı. Program, Nazmi Arıkan Fen Bilimleri kurucu temsilcisi Sevgi Arıkan, Genel Müdürü Emin Nuri İyim, Yakacık Nazmi Arıkan Fen Bilimleri kurucularından Polat Tuna, Yakacık Nazmi Arıkan Fen Bilimleri kampüs müdürü Mustafa Rahmi Hazar, öğretmenler, veliler ve mezun öğrencilerinin katılımıyla gerçekleşti.


    Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan törende açılış konuşmasını Okul Müdürü Kubilay Kızıltaş yaptı.


    “Bu gecenin haklı gururunu yaşayan kalpleri heyecanla atan siz değerli öğretmen arkadaşlarımızı, velilerimizi ve öğrencilerimizi tebrik ediyorum. Sizlerden emanet olarak aldığımız değerli evlatlarınızı idarecilerimiz, öğretmenlerimiz ve tüm çalışma arkadaşlarımızla özgüveni yüksek, ne istediğini bilen, hedefleri için cesaretle hareket eden, bilgili görgülü ülkesini ve insanını seven bireyler olarak sizlere tekrar takdim etmekten dolayı büyük mutluluk ve heyecan duyuyorum.” dedi. Rol model duruşları öğrencilerin yollarını aydınlatan öğretmenlere teşekkür eden Kızıltaş, öğrencilere hitaben Atatürk’ün “Bütün umudum gençliktedir.” sözlerini hatırlatarak “Ülkemizin umudu ve geleceği sizlersiniz, bundan sonraki her başarınız gurur kaynağımız olacaktır.” dedi.

    Mezun olan öğrenciler adına konuşma yapan Eylül Irmak Gül tüm öğretmenlerine ve okuluna teşekkür etti.

     

    Mezun olan öğrenciler, Türk Bayrağı ve okul flamasını on ikincisi sınıfa geçen öğrencilere vererek devir teslim yaptılar. Okulu dereceyle bitiren öğrenciler plaketlerini öğretmenlerinin ellerinden aldılar.

    Okulu birincilikle bitiren Doruk Toru‘nun yaş kütüğe çivi çakmasının ardından mezun olan öğrenciler öğretmenlerinin ellerinden diplomalarını teslim aldılar.

    Kep atma seremonisi sonrası toplu fotoğraf çekimi yapıldı. Müzik ile devam eden programda katılımcılara ikram da verildi.
    Öğretmenlerin haklı gururu, öğrencilerin mutluluğu gözlerinden okunurken artık üniversiteli olan öğrenciler ile öğretmenler müziğe eşlik ederek mezuniyet töreninin keyfini çıkardılar.


    NAZMİ ARIKAN FEN BİLİMLERİ
    Tarihçe; 1965 yılında kurulan Fen Bilimleri, kurulduğundan bu yana her yıl, öğrencilerinin sınavlarda elde ettiği başarılarıyla, Türkiye dereceleriyle ülkemizin en seçkin eğitim-öğretim kurumlarından biri olmuştur. İstanbul-Beşiktaş’ta tek şube olarak faaliyetini sürdüren Fen Bilimleri, Fizik Öğretmeni ve Makine Mühendisi olan kurucusu Sayın Nazmi ARIKAN tarafından 1997 yılında devralındıktan sonra üç şube daha açtı.
    Üniversite hazırlıktaki birikimini Liselere Hazırlıkta da değerlendiren Fen Bilimleri’nin ilk Liselere Hazırlık kursu 2002 yılında İstanbul-Bakırköy’de açıldı. Dershanelerin Temel Liseye dönüştürüldüğü 2014-2015 öğretim yılına kadar Fen Bilimleri, Türkiye genelinde üniversite hazırlık ve liselere hazırlık kursu olmak üzere yaklaşık 80 şubeye ulaştı.
    Özel Öğretim Kursu, Kişisel Gelişim Kursu, Anadolu Lisesi, Fen Lisesi, Ortaokul, İlkokul, Anaokulu olmak üzere yaklaşık 200’ün üzerinde kurumda eğitim-öğretim faaliyetini sürdüren Fen Bilimleri, ülke genelinde on binlerce öğrenciye eğitim-öğretim hizmeti sunmaktadır.

  • İBB Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Enif Yavuz Dipşar Kartal’daydı

    İBB Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Enif Yavuz Dipşar Kartal’daydı

    İBB Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Enif Yavuz Dipşar, İBB KADIN politikalarını paylaşmak için 16 Haziran Kadın Emeği Festivali’nde katılımcılarla buluştu.

    Kartal Belediyesi Kadın ve Aile Hizmetleri Müdürü Deniz Karacan moderatörlüğünde konuşmasını gerçekleştiren Dipşar;

    Kadınların Yanındayız!

    İBB Kadın merkezleri, Kadın Destek Hattı, Kadın Danışma Birimi, Kadın Dayanışma Evi, Aile Danışmanlık ve Eğitim Merkezleri, %45 artan kadın çalışan oranı, 334 bin anneye ücretsiz toplu taşıma gibi birçok alanda çalışmalar yürüttüklerini belirtti. Ve konuşmasına devam etti.

    “İBB Kadın; hukuk, psikolojik ve sağlık gibi birçok alanda bütünsel bir danışmanlık hizmeti veriyor. Örneğin; kadınların kadın hastalıkları konusunda yardım almaları ve taramadan geçmeleri erken teşhis için önemlidir. Meme kanseri gibi ölüme sebep olan hastalıklar için taramalar devam ediyor.

    Doğalgaz açmayan kadınlarımız var!

    En zor yerden başlama istedik ve İlk olarak Esenler ‘de kadınlarla Ekrem Başkanı buluşturduk. Doğalgaz açmayan kadınlarımız var! Hem yoksulluk nedeniyle hem de ‘Çocuğum gelince açarım, iki kat daha fazla giyineyim.” diyen kadınlarımız var. Yoksulluk perspektifince kadın yoksulluğu ayrı bir boyuttur çünkü kadın istihdamda değildir. Kadın ‘Kocam para bitti, der.” diyerek her şeyi kısıtlamaya çalışır ve yoksulluk çeker. Virginia Woolf‘un bilirsiniz kendine ait odası vardı. Biz de bundan yola çıkarak sadece kadınlara ait olan alanlar oluşturmak istedik. O alanlarda istediklerini yapabilirler.

    Ped yoksulluğu bugün önemli, İstanbul’da şu an hijyen ürünlerine ulaşamayan kadınlar var. Farklı yöntemler kullanılmaya başlandı. Bu nedenle hijyen paketleri dağıtıyoruz. Biz öncelikle kız üniversite öğrenci yurtlarına gittik ve hijyen paketleri dağıttık.

    Kadın dayanışma birimi-evi ve danışma hattı ile özellikle hukuksal destek üzerinde duruyoruz. Son yıllarda 3.000’den fazla kadın öldürüldü. Bizim için öncelik bu cinayetlerini önüne geçmek çünkü biz kadınlar olarak birlik olup birbirimize umut veremezsek bunun üstesinden gelemeyiz. Hatlarımız 24 saat 4 dilde hizmet veriyor. İngilizce, Türkçe, Kürtçe ve Arapça olmak üzere. Kadın dayanışma evleri, kadın sığınma evi gibi. Yeni İstanbul Baro başkanımız da bir kadın. Barodan bu evlere atanan avukatlar, ücretsiz olarak kadınlara hukuki danışmanlık veriyorlar. Bu yoksul bir kadın için büyük bir olanaktır.

    Afet bölgesinde kadın çalışmalarında bulunduk. 

    Mor otobüs bölgedeki kırsal alanlara giderek ihtiyaçlara yönelik destek sağlıyor. Hijyen, gıda, kıyafet gibi ihtiyaçları karşıladık. Hatay’da kurulan Kadın Çadırları ile kadınlara yönelik psikolojik destek, sosyal destek, sağlık danışmanlığı, anne bebek danışmanlığı, hukuki danışmanlık, atölye çalışmaları gibi hizmetler verildi. Yuvamız çadırları ile çocuklar için etkinlikler düzenleniyor. 1999 depreminde annem ile deprem bölgesinde çalışmıştık. İzmit’te kreşler kurulmuştu. Çocuklar için psikososyal hizmet almaları travmayı atlatmaları için çok önemlidir. Mor Otobüs ile hareket etme kolaylığı var. Kırsal bölgelere ulaşabiliyorsunuz. Şimdi Mor Otobüs’e İstanbul’da da ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Şile köyleri gibi alanlara göndermek istiyoruz. Bunlar kadınlar için yemek, su kadar önemli.

    Sosyal Hizmetler Daire Başkanı olarak olağanüstü çaba gösteren tüm arkadaşlarımıza ve personelimize teşekkür ediyorum. Bunu severek büyük bir özveriyle çalışıyorlar. Sahada kadın personelimize öncelik verdik. Örneğin; kadın psikologla çalışmak kadınların bir erkekle konuşamayacakları konuları rahatlıkla konuşabilmelerini sağlıyor. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu ile Hatay’lı kadınlara “Asla yalnız yürüyemeyeceksiniz!” sözünü vermiştik.”

    İstanbul’da kreşlerimizi de arttırıyoruz.

    Kartal’da açılan tüm kreşlerde de emeği olan Dipşar, İstanbul Büyükşehir kreş kurgusunun Kartal kurgusu üzerinden yapıldığını belirtti. Kartal’ın kendisinden sonra da üstüne ekleyerek çalışmalara mükemmel şekilde devam ettiğini ifade etti. Kreş konusu önemli çünkü çocuğun sorumluluğu kadının üzerinde.”

    Sokakta çocuk gezdiren bir erkek görüldüğünde “Ne iyi bir baba!” dendiğine, bir kadın görüldüğünde ise onun doğal görevi gibi bakıldığını belirterek çocukları kadın ve erkeğin beraber yaptıklarına dikkat çekti.

    Moderatör Karacan, kentte meslek edindikten sonra çalışma hayatından çocukları için ayrılmak zorunda kalan kadınların da olduğunu ayrıca iBB’nin çok güzel çalışmalara imza attığını belirtti. Karacan‘ın genel olarak neler yapıldığından söz etme isteği üzerine Dipşar;

    “Kadınlara talepleri doğrultusunda destekler sunuyoruz. Talepler sonrası çıkan sosyal inceleme raporu doğrultusunda hareket ediyoruz. Ne gerekiyorsa o alanda kadını destekliyoruz. Anne Kart uygulamasından şu an yaklaşık 500.000 kadın yararlanıyor. Bölgesel İstihdam Ofislerinde kadınları önceliyoruz. Çok güzel hikâyeler ortaya çıkıyor. Çünkü kadın isterse her şeyi çok güzel başarıyor. İSMEK eğitimleri var. Bu sene evlilik desteğine başladık. 7.000 TL nakit destek sağlıyoruz. Yeni doğan destek paketi veriyoruz. Bu yardımlar kadınların kendi hesaplarına yapılıyor. Şu an İstanbul’da 400.000 okuma yazma bilmeyen kadın var. Bu sayı çok fazla. Yaşlı sanatçı desteğine başlandı. Kara kış desteği ödüyoruz. Her gün 3500 hane geziyoruz. Yoğun bir çalışma yürütüyoruz ve emekleri için buradan ekiplerimize de çok teşekkür ediyorum.” dedi.

    Türkiye Sakatlar Derneği Kartal Dernek Başkanı Ayhan Alkan, “Maalesef engelli annelerimiz dışarı çıkamıyor. Bu annelerin sosyalleşmeleri için gündüz bakım evlerine çok ihtiyaçları var. Anneler çocukları bu evlere bıraktıklarında anneyi de yanında istiyorlar. Bu nedenle anneler sosyalleşemiyor, hastaneye gidemiyor.” diyerek engelli annelerin yaşadığı zorluklardan bahsedip bu alanda çalışmaların yaygınlaştırılmasını talep etti.

    Kartal Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin Tozkoparan‘ın kreşlerin gelişimi ve yayılması ile ilgili bilgi talebi üzerine Dipşar;

    “Kartal’da 30 yıl önce personele yönelik bir tane kreş vardı. Eski Kartal Belediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz‘ün, 2009 yılına kadar bir olan kreş sayısını on yeni kreş daha yaparak on bire çıkarttığını, Yeni Belediye Başkanı Gökhan Yüksel ile de kreşlerin büyümeye devam ettiğini belirtti. Şu an kreş sayısının 15 olduğunu ve yapımı devam eden kreşlerin de var olduğunu belirtti. Burada kadınların taleplerini sesli ifade etmeleri çok önemliydi. Kadın politikalarında öncü olmaya, kadın dayanışmasını büyütmeye devam edeceğiz.” dedi.

  • KA-DER Genel Başkanı Nuray Karaoğlu Kartal “Kadın Emeği Festivali’nde katılımcılarla buluştu

    KA-DER Genel Başkanı Nuray Karaoğlu Kartal “Kadın Emeği Festivali’nde katılımcılarla buluştu

    Kartal Belediyesi Kadın ve Aile Hizmetleri Müdürü Deniz Karacan moderatörlüğün’de 1997 yılında kurulan Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA-DER) Genel Başkanı Nuray Karaoğlu Kartal “Kadın Emeği Festivali’nde katılımcılarla buluştu.

    ‘Kadınların seçimle ve atamayla gelinen tüm karar verme mekanizmalarında ve politikada biran önce etkili ve giderek eşit temsilini sağlamak’ amacını taşıyan KA-DER bu yönde farkındalık çalışmaları yapıyor.

    “Toplumsal cinsiyet eşitliği nedir? Neden ihtiyacımız var? Ne vaat eder? Uluslararası sözleşmeler nelerdir? Anayasa tarihimiz nedir? Kadın hareketi nediir? Kadın adayların seslerini daha iyi duyurmaları ve kendilerini doğru bir şekilde anlatabilmeleri için gerekli çalışmalar nelerdir? Ve bu kapsamda siyaset okulları ile eğitimler veriyor, toplantılar gerçekleştiriyor. Milletvekilleri, belediye başkanları ve siyasi parti liderleri ile görüşüyor”

    Yerel seçimler için yerel yönetimlerde kadın adayları güçlendirme çalışmaları kapsamında yerel eşitlik eylem planı çalışmaları başlattıklarını ifede eden Karaoğlu, moderatör Karacan’ın 14 Mayıs seçim sonuçlarının değerlendirmesi talebi üzerine şöyle konuştu:

    Eşit temsiliyeti konuşuyoruz. Toplam 119 kadın milletvekili seçildi. Partilerinin tüzüklerinde %25 – %30 kadın kotası olmasına rağmen partiler bir nevi kendi anayasalarına uymamaktadır. Bunu her seçimde görüyoruz. Seçim sonucu CHP’nin 130 milletvekilinden 24’ü kadın, İyi Parti’nin 44 milletvekillinden 5’i kadın, Gelecek Partisi’nin 10 milletvekilinden 2’si kadın, Deva Partisi’nin 15 milletvekilinden 4’ü kadın.. Saadet Partisi 10 milletvekilinden 0 kadın, HüdaPar 4 milletvekilden 0 kadın, Demokrat Parti 3 milletvekilden 0 kadın… MHP’nin 50 milletvekilinden 4’ü kadın, AK parti 263 milletvekilinden 56’sı kadın.. Biz, bu kota en az %33 olmalı diyoruz.. Bugün ise kadınlar temsilin yarısını talep ediyorlar.

    Türkiye’de 1935 seçimlerinde TBMM’ye 17 kadın milletvekili girdi. Atatürk, o günlerde 16 milyon civarında nüfusa sahip Türkiye’de 40 kadın aday istemişti. Buna karşı itirazlar yoğun olunca ısrar etmedi. Ve ekledi: İleride seçimlerde kadınlar, sayıları oranında meclise girdiklerinde bakalım siz seçilebilebilecek misiniz?

    Geçmişte dünyada kadınları ayrımcılık sebebiyle yazdıkları kitaplarını erkek adlarıyla yayınlamışlardır. Erkeklerden üstünüz diye değil ya da daha iyi düşünüyoruz iddiasıyla değil iki cinsin farklı özellikleri olduğundan bu taleplerde bulunuyoruz. Tunus yapmış, Bangladeş yapmış, biz niye yapamayalım?

    Bir kadın yanında çocuk ile ilgilenirken yemek yapıp aynı anda çalan telefonu cevaplayabiliyor. Erkekler ise peş peşe bir şey söylediğinde ‘Sırayla söyle!’ derler. Erkek sonuç odaklı ve hızlı karar verirken kadın detaycıdır, daha çok didikler ve yavaş karar verir. Sağ beyin, sol beyin farkı bu ve birbirini tamamlar.

    Örneklendirirsek; Kadınlar için ped bir lüks değil ama vergi ödüyoruz. Bu sağlık içindir. Mesela bir erkek çıkmış ‘Yat için biz sadece %8 vergi alalım!’ demiş ve %8 alınıyor. Elektrik yoksa su yoksa bu durumdan en çok yaşlılar, kadınlar ve çocuklar etkilenir. Yerel yönetimse vatandaşlara hizmet götürürmek ister. Örneğin; Erkek düşünce yapısı, futbol sahası yapalım, der. Bu şekilde hizmet götürmek ister. Kadın ise yeşil alan, park yapalım ister. Yanına da mini tek kale saha, kız-erkek çocuklar için… Yeşil alana yaşlılar, emekliler, kadınlar gelsin, kullansın ister. Birçok kişi faydalanır. Cinsiyetlerin ihtiyaçlarına, taleplerine göre bütçe düzenlemesi gerekir. Menekşe ve kaktüse eş miktarda su verirseniz, biri ölür.

    Konuşması sonunda gelen sorulara cevap veren Karaoğlu, siyasi parti içinde ve adaylığı sırasında yaşadığı engelleme ve karşılaştığı uygunsuz sözler ile ilgili yaşanmışlıklarından ve de uygulamaya geçmesini istediği projelerini hayata geçiremediğinden bahsetti. . Kocaeli’nden Kartal’a misafir olarak gelen katılımcının ‘Bu durumlarda ne yapacaksınız? sorusuna şu şekilde yanıt verdi:

    Bir grubun ya da bir şeyin görünür olması için kritik eşik vardır. Sosyolojiye böyle geçmiştir. %33 etken ölçüsüdür. O zaman birbirinden etkilenip form değişimi meydana gelir. Yoksa size ‘ Siz kim oluyorsunuz?’ denir. Burada hepimize iş düşüyor. Oy kullanırken kabine girdiğinizde kimin ne dediğine bakmadan listelerdeki kadınların sıralamasına ve kadınların aday sayılarına bakın. Siyasi partiler futbol takımı gibi tutulmaz. Kadınlar sekizinci, on sekizinci, yirminci sıraya yerleşmişse o kadınlar seçilemez. Kadınların hangi sırada olduğuna bakıp ona göre kararınızı verin.

  • İSTANBUL DEPREMİNE HAZIR MIYIZ?

    İSTANBUL DEPREMİNE HAZIR MIYIZ?

    Kartal Belediyesi’nin düzenlediği 3. Kitap Fuarı’nda Prof.Dr.Naci Görür ile söyleşi gerçekleştirildi. Naci Bey’e tiyatrocu yazar Samet Karahasanoğlu eşlik etti.Programa yerel yonetimlerden Kartal Belediye Başkanı Gökhan Yüksel, Başkan Yardımcıları Adem Uçar ve Bayram Ali Baştan, Deprem Dönüşüm ve Yapı Kontrol Müdürü Nurettin Yazar ayrıca Afet ve Acil Durum Sorumluları katılım sağladı.

    “Kuzey Anadolu Fay Hattı’nı buldum ama derdimi anlayan bir politikacı bulamadım”.. 

    Prof. Dr. İhsan Ketin (Kuzey Anadolu Fay Hattı’nı 1948’de keşfetmiştir.)

    1999 depremi sonrası ilk kez İstanbul depremi için uyarılar yapmaya başladıklarını hatırlatan Naci Görür, bunun nedenini şu şekilde açıkladı:”Kuzey Anadolu Fay (KAF) zonunun İstanbul’un doğusuda bulunan parçalarını kıran 1999 İzmit ve Düzce depremleri, İstanbul fay hattına çok fazla enerji yüklemiştir.” ‘Nautile’ adlı özel bir denizaltıyla Marmara Denizi’nin derinliklerinde bulunan faya yaptıkları dalışın öyküsünü kitap haline getirmiş olan Görür, bu araştırmalarda devletten sadece 50.000 dolar destek sağlandığını, tüm masrafın ise 70-80 milyon Euro civarını bulduğunu, bunun büyük kısmının Avrupa Birliği fonları ile karşılandığını belirtti. Fransız, İngiliz ve Japon bilim adamları ile birlikte çalıştıklarını ekledi. “Devletin yapması gereken araştırmayı biz yaptık.” diyen Görür, Celal Şengör’ün kendisine “Sen yüzmeyi bilmiyorsun, denizin altında ne işin var?” sözleriyle yaptığı latifeyi de dile getirdi.

    Marmara Denizi’nin Kuzey Anadolu Fay hattı hareketleriyle oluşmuş bir deniz olduğundan bahsedip “Türkiye’de Deprem: Az Gittik Uz Gittik” adlı kitabına atıfla “Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz. Bugün böyle olmasaydı 6 Şubat Maraş merkezli depremde 60-70 bin insanimizi kaybetmezdik.”diyerek sitemini ifade etti. “Şimdilerde biraz biraz söylemler dile getirilmeye başlandı ama hâlâ bir seçim çalışmasında ‘Depreme dirençli yerlesim alanları istiyoruz.’ yazılı bir pankart kaldıran insanları göremedik. Yerel ve merkezi yönetimden bunu gerçekten istemezsek, bu iş olmaz. Seçim çalışmalarında siyasetçilerin olsa da olmasa da olur konuşmaları için ise büyük bir alkışlar kopuyor. EYT’liler kadar olamadık. EYT’liler birlik oldu, seslerini yükselttiler ve seçim öncesi haklarını aldılar. 25 yıl önce bu çalışmalar yapılmış olsa binlerce insanımızı kaybetmezdik. ‘Deprem kaderimiz değil, bu topraklarda sağ salim yaşamak istiyoruz!” demek zor mu?’

    Japonya, California, Meksika, Çin, hatta Şile, İtalya yaptı. Artık depremden korkmuyorlar, deprem sırasında yaşam kesilmiyor ve işler devam ediyor. Bu yaşadıklarımız bize yakışıyor mu?” diye sordu. Ve devam etti:

     

    “BİZE DÜŞEN GÖREV NEDİR?

    Deprem bir doğa olayıdır, dünyanın nabzı yani kalp atışıdır. Dünya yaşayan bir gök cismi olduğu için deprem olur, deprem olmazsa yaşam da olmaz. Ay’da yaşam yok ve deprem olmuyor yani deprem olmasın demek uygun değildir.

    Depremi afet yapan bizleriz..

    Nerede fay hattı var, her tarihte insanoğlu oraya yerleşmiş. Neden? Çünkü en güzel yerler deprem kuşaklarında; sıcak sular, soğuk sular, yeşillik, ağaçlar, göller orada ve dolayısıyla deprem oldukça ölmüştür insanoğlu. Tarihi yerlerde de depremde yıkılmış çok kalıntılar var, gezmişsinizdir. Artık Avrupa anladı. Bilimin ışığı altında yürüyen, beynini kiraya vermemiş, bir takım şeyleri ‘kader’ diyerek göz ardı etmemiş insanlar artık deprem kuşaklarında ölmüyorlar..

    Deprem dirençli alanlar oluşturursak depremde kurban vermeyebiliriz. Kabul edilebilir ölçüde zayiatla sağlıklı yaşam sürdürebiliriz. 13 milyon yıldır deprem oluyor depremi durduramayacağımıza göre yapacağımız depreme dirençli alanlar oluşturmak ve onun da nasıl yapılacağı belli. Her yer için bu söylediklerim geçerli, Kartal için de.. Burada yerel yöneticiler var.

    Depreme hazır mıyız? Hazırlıklar yapıldı mı yapılmadı mı?

    Yapıldı ama yetersiz.. Devlet okulları, devlet dairelerini vb. depreme dirençli yapıldı. Ama halkımızın yani bizim yaşayacağımız yerler için henüz pek birşey yapılmadı ve en fazla kayıp da burada veriliyor, verilecek… Devlet buraya ağırlık vermeli. Hastane, itfaiye ayakta kalmalı. Bu doğru ama vatandaşların can güvenliğini sağlamak da devletin sorumluluğudur. Depreme dayanıklı dirençli alanlar oluşturmak devletin sorumluluğudur. Vatandaşının can güvenliğini sağlamayan devlet olmaz. Biz bu nedenle bir devlet altında yaşıyoruz.

    Örneğin; Kentsel Dönüşüm Başvuruları müracaat süreleri kısıtlı olmamalı. Başvuru süresini kaçırmak söz konusu olmamalı. Parası olmayanlar ne olacak, ölsünler mi? Yurtiçi- yurtdışı kaynak oluşturularak yerel yönetimlerle el ele, didişmeden devlet ve yerel yönetimler vatandaşlarla beraber çalışmalıdırlar. 25 senede devlet yerleşim alanlarını depreme dirençli hale getirebilirdi. Dikkkat ederseniz burada ‘hükümet’ demiyorum, ‘devlet’ diyorum. Deprem parti ayırmaz. Yıllardır ‘Afet Bakanlığı kurulsun.’ diyordum. Yakında bizi sadece deprem değil iklim de vuracak. Bu nedenle liyakate dayalı, dürüst ve uygun bir şekilde bu alanda çalışmalar yapılmalı. Yıllık, 5 yıllık, 10 yıllık planlarla ‘Bismillah’ demeliler. İlk önce ülkeyi depreme hazırlayalım, daha az yol, daha az köprü yapalım. Birşey kaybetmeyiz. Hatta Kanal İstanbul’u hiç yapmayalım. Bilimsel olarak doğru bir proje değil. Önce ‘Can güvenliğini sağlayalım.’ Zor değil, hiç zor değil…

    NASIL HAZIRLIK YAPACAĞIZ?

    Bir kenti depremi hazırlamak için 6 bileşen gerekir.

    1) Yöneticiler ve Yönetim Sistemi:

    Yöneticiler seçilir, masaya oturur, emirler verirler. Vali atanır, koltuğuna oturur, emirler verir. Emirler vermekle olmaz. Belediye başkanı veya vali hayatında hiç deprem yaşamış mıdır? Risk analizi nedir, biliyor mu? Afet ve acil müdahale ön çalışmaları hakkında bilgi sahibi mi? Organizasyonu yönetebilecek midir? Bilmeli. Ama o da haklı nereden bilecek? Yöneticiler göreve geldikleri zaman (Üç ay mı olur, altı ay mı?) ne kadar gerekiyorsa eğitimlerini almalılar. Yönetimler kent veya ilçe her yer için ‘Mikro Bölgelenme’ çalışması yapmalıdır. Oturulan kentin, kasabanın doğası jeofizik, sismik ve benzeri tüm özellikleri çalışılmalıdır. Diğer çalışmalar bu esas alınarak yapılmalıdır. Bu çalışmalara göre uygunsa imara açılsın ya da açılmasın denmelidir. ‘Hadi imara açalım.’ demekle olmaz yoksa deprem etkisini beş kat büyütürüz. Şuraya gökdelen yapalım mı? Hadi yapalım. Olmaz… Önce ‘Mikro Bölgeleme’ çalışmaları göz önüne alınacak. Yerel belediye meclisi bunu yapamayabilir ama Türkiye Büyük Millet Meclisi ne için duruyor, bunu görev edinebilirler.

    2) Halk

    Notumuz kırık.. Biraz da mahcubuz. Ben de dahil… Çünkü; ben yedi sene adam gibi ‘Deprem geliyor!’ diye bağırabilseydim, bu son depremde bu kadar kayıp vermeyebilirdik. O gece yarısı telefonum çaldı. ‘Ya depremdir, ya çocuklarımdır!’ diyerek endişelendim. Baktım; bir kadın göçük altında kalmış, ‘Yardım edin!” diye ağlıyor. Sonra birden telefon kapandı. Televizyonu açtım, deprem olmuş. Saatlerce ağladım, hâlâ kendimi sorumlu hissediyorum.

    Biz insan olarak sanki her şeyi biliyoruz gibi konuşuyoruz. Sanki Hz. Ömer gibi defter tutuyoruz! Bilmiyoruz… Bunu artık kabul etmeliyiz. Halk eğitimi almalı. Japonya’da insanlar depreme uymadıkları zaman başlarına ne geleceğini öğreniyor. Deprem farkındalığı, deprem bilgisi yoksa o kent depreme dirençli bölge olmaz. Çünkü bir vatandaş gelir ve belediye başkanının aklını çeler, istediğini yaptırır. Biri gider imar affı çıkarttırır. Gelin, depremlerden çoluk çocuğumuzu ve canımızı koruyalım.

    3) Altyapı 

    Kent ve ülke için gerekli olan su, elektrik, gaz, kanalizasyon sistemi, barajlar hepsi depreme dayanıklı hale getirilmelidir. Biz İstanbul’da İSKİ olarak alt yapı kontrollerini yaptık. Bütün şebekeler sonuçlara uygun olarak dönüştürülüyor. Bu neden bu kadar önemli? 6 Şubat depremi sonrasında bunu gördük! Atık sular nedeniyle oluşabilecek salgınlar büyük risk barındırıyor. Biraz daha az yol, havaalanı yapalım. Birşey olmaz. Önce yaşam alanlarını yenileyelim.

    4) Yapı Stoğu

    Bunu çok iyi biliyoruz, inşaat işi ya.. Mevcut her binanın yıkılması gerekmiyor. İnovatif (yenilikçi) ya da konvansiyonel (geleneksel) birçok yapısal güçlendirme çözümü var. Bu yöntemlerle bazı binaları güçlendirebiliriz. Misal Belediye size söylüyor: Bina sağlam, diyor. Ben de bakıp ‘iyi’ diyebilirim. Ama beklenen depreme dayanıyor mu? Onu söylemek için inceleme gerekiyor. Sonrasında depreme dirençli yapı diyebiliriz.

    Birçok hikaye duyuyoruz. Babam bina yapılırken görmüş, birçok büyük kaya varmış. Zemin sağlammış… Ya da binayı yapan müteahhit de burada oturuyor, sağlamdır. Örnekler arttırılabilir, kendi kendimize hikaye üretmeyelim. Ölümü hiçbir insan kendine yakıştıramaz. Çocuklarınızın canıyla bahis oynamayın. Verin beş – on bin lirayı belgenizi elinize alın. Yıkılacaksa gerekli parayı devletten belediyeden isteyin. Olmazsa mahkemeye gidin. Seçimlere bu taleplerle gidin. EYT’liler gibi sizi de duyar, ilgilenirler.

    5) Çevre ve Ekosistem

    Ekosistem süslü bir kelime gibi gelebilir ama biz canlılar ile çevremizin tüm ilişkileri bu sistem içindedir. Çevrenin sağlıklı olması bizim yaşamımızın devamlılığını sağlar. Çevreyi korumayı öncelik edinmeliyiz. Örneğin; deprem atığı molozlar bir alana yığılır. O molozlarda asbest, toksit maddeler, kimyasallar, kağıtlar, demir vs. her şey vardır. Usulüne uygun bertaraf edilmezse önce biyokimyasal reaksiyonlar başlar. Yağmur ile yeraltı suyuna, akarsulara, göllere ve denizlere ulaşır. Sonra Mehmet Ağa’nın tarlada yetiştirdiği domates, denizde tuttuğu balık bizim soframıza gelir. Bu çok bilimsel bir döngüdür. Çevreciler şimdi o molozların orada, halk için eylem yapıyor. Duyan var mı, bilmem… Eğer iyi bir çevre varsa akarsu bol, suyu soğuk temiz, bol yeşillik olur.

    6) Ekonomi 

    Deprem en büyük ekonomik felakettir. Ekonomi çarkını durdurur. İşsizlik, açlık, göç ile yeni ekonomik krizin dalga dalga yayılmasına gençlerin yurt dışına gitmek istemesine, evlenememesine sebep olur. Her musibetin altında ekonomi yatar. Son yaşanan depremde sanayisi , ihracatı ile önde olan Anadolu Kaplanları dediğimiz illerimiz büyük kayıp verdi. 15 sene kendimize gelemeyiz, diyorlar. Ekipman,ekip, ekonomi kaybıyla birlikte aile içi kavgalarda başlıyor. Deprem bitince etkisi hemen bitmez. Dalga dalga etkisi yayılır. Geçenlerde iş adamlarını ziyaret ettim. Herkes elini tahtaya vuruyor. Allah korusun! diyor. Olmaz..   Bilim bir şeyin iyiyse iyi, kötüyse kötü olduğunu ölçebilir. Kimse bilim dururken evim sağlamlığı ile ilgili babasının hikayesini anlatmasın. İmzalı damgalı araştırmanızı alın elinize…

    İstanbul’da bir deprem olduğunda İstanbul kendi kendine ayağa kaldırılamaz! Depremden daha az etkilenecek komşu illeri güçlendirmek lazım. Bu nedenle bu illere yatırım yapılmalı. Bir insanı kurtarmak dünyaya bedeldir. Mahalle gönüllüleri bu açıdan çok önemlidir. Profesyonel yardım gelene kadar bilinçli bir çalışma yapılabilir, daha çok canımız kurtarılabilir.”

    Prof.Dr. Naci Görür, biraz sitemkar biraz umutla konuşmasını yaptıktan sonra Belediye Başkanı tarafından verilen ödülü kabul etti. Ardından dinleyicilerden genel soruları yanıtladı.

  • Ev İçi Aktiviteler

    Ev İçi Aktiviteler

    Oyunlar oynayın. Klasik oyunlar (Misket, sessiz sinema oyunu, isim-şehir gibi.), kutu oyunları (Kızmabirader, kelime oyunu, jenga, mangala gibi.), zeka oyunları (Satranç, dama, solo test, dokuz taş gibi.), beceri oyunları (Hamur, akıl küpü, evet-hayır oyunu  gibi.), tavla, dama, okey, kağıt oyunları

    Körebe, saklambaç, parmak güreşi, balon tenisi, voleybol, masa tenisi, twister gibi fiziksel aktivite isteyen oyunları da oynayabilirsiniz. Oyun malzemelerini evde yapabilir, yapması mümkün olmayanları internetten temin edebilirsiniz. Yarışarak eğlenirken kendimize hem bedensel hem zihinsel cimlastik yaptırabiliriz.

    Hep birlikte müzikle uğraşın, dans edin, spor yapın. Evde müzik aleti bulunmuyorsa basit aletlerden kendiniz yapabilirsiniz. Videoları seyrederek yeni dansları ve sporları öğrenebilirsiniz. Spor yapmak ve dans etmek psikolojik sağlığınıza da katkı sağlayacaktır.

    Birlikte film gecesi düzenleyin. Eğlenmek için komedi filmlerini ihmal etmeyin. Tavsiye edilen ama zaman bulamadığınız için izleyemediğiniz tüm filmler, belgeseller sizi bekliyor.

    İnternetten faydalanarak yeni hobiler edinebilir (Takı, mum, maketler vb.), dünya yemek tariflerini birlikte yaparak tadabilirsiniz. Birlikte yapılacak her faaliyet paylaşımımızı arttıracaktır. Ayrıca dil öğrenebilir, farklı bir çok eğitimden faydalanabilirsiniz. Online hizmete açık müzeleri bilgisayardan gezebilir, dergileri indirerek okuyabilirsiniz.

    Ailece açık havada ama sakin olan mekanlarda bisiklet turuna çıkabilir, yürüyüş yapabilirsiniz. Temiz hava almak için sabah saatleri uygun olacaktır. Eski fotoğraf albümlerine yeni doğa fotoğrafları ekleyebilirsiniz.

    Birlikte kitap okuyarak kitap üzerine sohbet edebilir, gazeteleri karıştırıp farklı bakış açılarını değerlendirebilirsiniz. Bulmaca çözebilir, resim yapabilirsiniz. Ortak bir hikaye yazabilir, hayal dünyasının uçsuz bucaksız köşelerinde gezinebilirsiniz. Çocukların sizin için küçük tiyatro oyunları sahnelemelerini istebilirsiniz.

    Birlikte evi yeniden dizayn edebilirsiniz. Fazla eşyaları çıkartarak evi ferahlatabilir, birlikte küçük tamiratları yapabilir, yeni şeyler dikebilirsiniz. Bitkilerle uğramayı seviyorsanız evde küçük bir bahçe yapabilirsiniz.

    Sık sık sevdiklerinizi arayın sohbet edin. Seçenekler daha da arttırılabilir. Her gün aynı işlerle meşgul olmak insan için bunaltıcı olabiliyor. Birbirimizin sağlığını korumaya çalışırken hayatı da kolaylaştırmak için monotonluktan uzak durmamız gerektiği aşikar. “İki günü eşit olan ziyandadır” sözüne uygun olarak her yeni gün yeni bir şeyi hayatınıza katın, sağlıkla birlikte kalın…

  • LİNÇ KÜLTÜRÜ 

    Avukat arkadaşın “Linç ve yalanın hukuki sorumluluğu var mı?” araştırmasının bana düşündürdükleri…

    Suç işlediği iddia edilen kişinin linç edildiği veya linci polisin engellediği haberlerle karşılaşıyoruz. Linç özellikle taciz suçlarında bizlerin normal karşılamaya meylettiğimiz bir eylem.

    Gerçek suçlunun suçunu saklamak veya mağdurun kendi yaptığı bir suçu örtmek için bir başkasına iftira atması olasılıklar içinde. Masumken iftira sonucu linç edildiğinizi hem maddi zarara uğradığınızı hem de manevi olarak lekelenmeme hakkınızın ihlal edildiğini varsayın. O zaman uğradığınız maddi zararı hukuken ödetmek kolaydır ama ya işin diğer boyutunun telafisi mümkün olabilir mi?

    Mahalle kültüründe olağan bir vakıa: “Bizim mahallenin kızına bakmışlar, toplanın gidiyoruz?”

    Hep sorgulamışımdır: Kimler, kim için, hangi gerekçe ve yetkiyle ceza kesebiliyor? Yargılama olmadan, ‘aleyhine’ ve ‘lehine’ deliller toplanmamışken bir söylem üzerine harekete geçenler ve onların cezai işleme maruz kalmamaları. Türkiye tarihinde de hâlâ utanarak andığımız halkın galeyana gelerek verdiği tepkiler nedeniyle yaşanmış acı olaylar hatırımızda. Suçu işleyen ve sebep olanda bu işe müdahildir. Elbet her adımından kendi sorumlu olan ‘insan’ların böyle bir hezeyana kapılmaları onları suçtan sıyırmıyor… Ama netice olarak meydana gelen olaya sebep olanlar görünmezlik örtüsüne bürünüyor. Bir ihtimal alakalı alakasız failler bulunarak ceza kesildiğinde kamu vicdanı da rahatlatılıyor.

    Derslerde insanı biyolojik olarak hayvanlardan ayıran en önemli özelliği baş parmağını kullanabilmesi. İnsan alet yapabilir. Ama insanı insan yapan en önemlisi özelliği düşünebilme becerisi. İnsan bilgiyi toparlar, çeşitli kıyaslamalarda bulunur, ölçer tatar, karar verir ve o doğrultuda eyleme geçer. Bu süreçleri dikkate almaz ise yolun sonunu gözardı ederek suyun akışına kapılıp gider.

    Bizler aynı resme baktığında bile farklı noktalara dikkat eden, farklı şeyleri gören, birinin 6 dediği rakama durduğu yere göre 9 diyen, her konuda tartışmaya meyilli canlılarız. Farklılığımız üzerinde nerede durduğumuz, aile kültürümüz, geçmişten bugüne edindiğimiz tecrübeler, eğitimimiz ve fıtratımız etkin.

    Örnek aldığımızı söylediğimiz Hz. Muhammed namaz kılarken Ebu Cehil ve destekçilerinin saldırısına uğrar, tekmelenir, üzerine işkembe ve deve dışkısı atılır. Ve ‘ O’, başından aşağıya doğru kokmuş kan ve dışkı karışımı sızmakta olduğu halde ellerini açar: “ALLAH’ım, Kureyş’i sana havale ediyorum!” der.

    Sert mizacı ile anılan Hz. Ömer’in Hudeybiye Antlaşması’nın yapılmasına itiraz ettiğine dair rivâyetlerde “Neden dinimiz için hakarete mâruz kalıyoruz?” tarzı sorgulamalar yapmıştır.Antlaşma konusunda akli hareket ederek ön göremediği hayırlar meyvesini verdikten sonra çok pişman olduğu belirtilir.

    İslam düşmanı Ebu Cehil’in defalarca kapısına giden Hz. Muhammet’in ona söylediği en kötü sözdür: Ebu Cehil yani cahillerin babası.. Ne bir küfür, ne de linç. Haksızlık yapan Ebu Cehil’e karşılık, düşmanın bile haysiyetini ayaklar altına almayan, hakkın yerini bulması için müdahale eden ahsen-i takvim.. Onun hayatından ve adaletinden ders almamız gerekiyor. Kim ne söylerse söylesin, söylenen sözün gerçekliğini araştırmak, bir iddia var ise karşı tarafa söz hakkı tanımak doğru bilgiye olabilğince yaklaşmaktır güzel olan haslet.

    Modern çağın ünlü filozofu Kant’a göre; iyinin de kötünün de özü niyetseldir ve niyet eylemden önce gelir. İyi, akla ve yasaya uygun olandır. Buradaki niyet sadece ödev ve sorumlulktur. Kant’ın bu düşüncesine ödev ahlakı (iyi niyet ahlakı) denir.

    Herşeyi bir süzgeçten geçirip hem dini hem hukuki sorumluluğu göz önünde tutmak ve kendini yönetebilmektir insanı güçlü kılan. Ve İNSAN, temsil ettiğini iddia ettiği makama da hakkını vermiş, görevini ifa etmiş olur.

  • Şu Sıralar..

    İktidar İlişkileri

    İktidar kelimesi bir işi yapabilme gücünü ifade eder. Geçmişten bugüne insanların birbiri üzerinde egemenlik kurması, yönetmesi veya yönlendirmesi iktidar olgusu içinde var olmuştur.

    Kelimeyi siyasal iktidar olarak kullanırsak; akla elinde bulundurduğu yetki ile yönettiği toplum üzerinde meşru güç/kuvvet kullanma hakkına sahip devlet otoritesi gelir. İnsanlar bilinçli bir şekilde zorlama ve baskı olmadan toplum bütünlüğüne uygun kararları ve kuralları kabul ederler. Tabii ki bu güç belirli evrensel kurallar çercevesinde sınırları aşmadan, adalete uygun, tarafsız ve ilkeli olmalıdır.

    İktidar ilişkileri aslen iki insanın olduğu her alanda ve toplumun en küçük birimi olarak aile içinde de söz konusudur. Bir kişinin diğer bir kişiyi yönlendirmesi ve etkisi altında tutması bilgilendirme, ikna, maddi/manevi baskı, tehdit, aldatma gibi uygun veya uygun olmayan çeşitli yollarla sağlanabiliyor.

    Ailede “Sen anlamazsın.”, “Dediğimi yap, çok konuşma!” gibi bir yaklaşımla itaate yönelik bir eğitim aldığımızı düşünelim. Sonucunda “İtaat eden, kurtulur!” şeklinde bir düşünce örüntüsü oluşturuyor ve yetişkin olsak bile düşünme işini bir başkasına bırakmayı alışkanlık haline getiriyoruz. Nasıl oluyorsa etrafımızda bizi bizden daha çok düşünen insanlar hep var oluyorlar.

    “Ey İnsanlar !”

    İslam inancı “Ey İnsanlar!” hitabı ile hiçbir ayrım olmadan herkesi eşit görür ve kayıtsız şartsız itaati reddeder. İnsan hayatını kendisine verilen aklı ve iradeyi kullanarak uygun gördüğü şekilde biçimlendirme hakkını elinde tutar.

    Hz. Ebu Bekir’in sözleri bize nasıl davranmanız gerektiğini en güzeliyle anlatır. “Ben içinizden en hayırlınız olmadığım halde başınıza emir olarak tayin edilmiş bulunmaktayım. Uygulamalarımda isabet eder, iyi şeyler yaparsam beni destekleyiniz, beni cesaretlendiriniz, yok eğer yanlış icraatlarda bulunursam beni uyarınız. Bilinizki doğruluk emanet, yalancılık da hıyanettir.” İş böyle iken kendi iradesini Allah’tan başka bir bireye teslim eden, neyi neye göre kıyaslayacağını araştırmayan insan karşışındaki muhatabına “Burada yanlışsın.” diyebilir mi? “Akletmez misin?” sorusuna cevap “Atam, hocam, eşim, annem, o veya şu böyle dedi.” gibi bir cevap verilebilir mi?

    İtaat kelimesine antipati duymak sebebiyle ruhbanlık sınıfının olmadığı bir inançta bu kayıtsız şartsız teslimiyetin vücut bulmasını enteresan bulunuyorum. Her birey bilinç ve irade ile yüklenmeyi kabul ettiği sorumluluklarını kulluğa layık şekilde sırtına almalıdır. Çünkü düşüncelerde başlayan sıkıntılar tüm hayatımıza yayılır. Sorular hep bize cevapları öğretirler. Mesela; “Sahip olduğumuz, savunduğumuz değerler nelerdir?”, Kimi memnun etmeye çalışıyoruz?”, “Ortama göre farklı farklı davranmayı yada konuşmayı nasıl başarabiliyoruz?”

    Yeni Zelanda Terör Saldırısı 

    Yeni Zellenda Başbakanı Adern, terör saldırısında gösterdiği söylem ve davranışlarla tüm dünyanın dikkatini çekti. Şimdilerde ırkçılardan ölüm tehdidi alan Feminit Sosyal Demokrat Adern, iktidar sahibi olmanın en güzel örneğini gözler önüne serdi. Hatta ABD’de “Amerika, Jacinda Ardern kadar iyi bir lideri hak ediyor.” cümleleri bir yazıya yansıdı.

    11 Eylül olaylarından sonra Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılık, Yeni Zelanda’da teröristin dinine veya ırkına mensup insanlara öfke olarak yansıtılmadı. Suçluya karşı görevliler üzerine düşeni yaparken Ardern ise resmi kanallardan halka şöyle seslendi: “Peygamber Muhammed dedi ki: ‘Karşılıklı şefkat, merhamet ve sempatileri ile inananlar tek bir beden gibidir. Vücudun herhangi bir kısmı acı çekerse, tüm vücut acı hisseder.’ Yeni Zelanda’da sizinle yasta, biz biriz.” Hem gerekeni yapabilmek hem de ‘bir olabilmek’ ayrı bir başarı..

  • Zillet İttifakı

    Bir seçim sürecine daha girdiğimiz şu günlerde iki ittifaktan söz ediliyor. Cumhur ittifakı ve söylemlere bakıldığında diğer tarafa konulan isim zillet ittifakı.

    Kimdir bu zillet ittifakı? Ne yer ne içerler? Nereden geldiler?

    Söylenenlere biraz kulak kabarttığımızda sanki bu topraklara dışarıdan gelmiş Güçlü Türkiye’nin bekasını tehlikeye sokmak için varıyla gücüyle çalışan bizden olmayanlar tarafından istila edilmişiz düşüncesine kapılıp paranoyaya doğru kayabiliyoruz. Kendi toprağına ait söylem ve çalışmaları ile muhalefet etme ve seçim mücadelesine katılmaya bile hakları yok. BİZ VE ONLAR! Bu ayrım o kadar sağlıksız bir hal alıyor ki herkes şüpheli herkes sanki vatana ihanet etme yarışında.

    Bu milletin seçimle başa getirp değiştirme hakkını yani olağan tercihini yapıp yönetme işini emanet etmesini de sorunlu hale getiriyor. Neden mi? Emaneti yüklenenlerin denetlenebilirliğini, suistimal edenin sorgulanabildiğini, ihmal söz konusu olduğunda edillmesi gereken bir özrü bir istifayı görmek bir yana “Millet Seçimini Sandıkta Yapar.” sözü de bir anlamda anlamsızlaşıyor. Peki milletin seçimini istediği yönde yapmasını sağlayan seçme hakkı da bu söylemlerle buharlaştırılmıyor mu ?

    Tek partili dönemden çok partili döneme geçişimiz sancılı olmuştu. Devlet erkanınca kurulan ve farklı söylemler filizlenmeye başladığında yine devlet erkanınca kapatılması yönünde girişimlerin görüldüğü bir dönem… Şu anda o zamanları anımsatan benzer sancılarımız var. Ama tek parti döneminde değiliz.

    Seçimlerde en sık duyduğumuz partilere bir göz attığımızda Ak Parti ve Mhp Cumhur İttifakı ismini hala kullanıyor. BBP’de bu ittifakta yer almak istesede başarılı olamadı. Chp ve İyi Parti ittifakı da Cumhur ittifakı gibi il ve ilçelerde farklı adaylarda uzlaşmaya çalışıyor. Saadet Partisi ise tüm il ve ilçelerde aday çıkaran tek parti olduklarını bastıra bastıra ifade etmeye çalışıyor. Bunun zillet ittifakı söylemlerinde sık sık isimlerinin geçmesinin yansıması olduğunu okuyabiliyoruz. Birde tüm seçimin odağında olan ve seçim sonucu partiler açısından negatif yönde etkileme gücü olan birinin diğeriyle özdeşleştirmeye çalıştığı diğerlerinin itina ile uzak durmaya çalıştığı Hdp. Chp, İyi Parti, Saadet Partisi ve Hdp toplanıp bir torbaya koyuluyor ve Cumhur ittifakının ve destekçilerinin taktığı isim ile zillet ittifakı oluyor. Ülkenin sarsılmaz bütünlüğünü tehlikeye atabilecek bir bomba olarak ortamıza bırakılıyor. “Yaklaşmayın,Tehlikelidir!”

    Seçimi doğru olmayan yönlendirmelerle kazandığımızda bunu hak olarak ifade edemeyiz. Bunun için seçime giren partilerin yapacakları projeleri ve adayları öne çıkararak seçme hakkını seçmenin sağduyusuna bırakması daha yerinde olacaktır. Farklı inançlarıyla farklı fikirleriyle kozmopolit bir yapıya sahip ülkemizde vatandaşların birbirlerine üstünlüğü olmadığı gibi farklılıkları göz önüne alınmaksızın herkes eşit haklara sahiptir. Seçecekleri kişileri kendi tercihlerine göre yaparak bu kişilerin anayasaya uygun şekilde gerçekleştirilen tüm faaliyetlerini sorgulama ve inceleme haklarına sahiplerdir.

    Kendi yaşadığımız Kartal bazında adaylara göz attığımızda bir aday kimimizin yakını, bir aday kimimizin hemşehrisi bir diğeri kimimizin sınıf arkadaşı … Kişi olarak baktığımızda onlar sevdiğimiz saydığımız bizden olan ve bizim gibi Kartal’ın insanları. Oy ile beka arasında bir bağlantı kurmak gerektiğinde eski belediye başkanları ve ekipleri için bir beka sorunu elbet vardır. Makamlara belli süreler için geldiler, iyi veya kötü tarihe not düştüler ve yerlerini yeni seçilmişlere bırakacaklar. Ve önümüzdeki seçimlerde bizler vatandaş olarak kime oy atarsak atalım, insana sadece insan olmasından dolayı değer veren makamlarının hakkını vererek tüm seçmenleri bir bütün olarak gören, dinleyen, iletilen talepler doğrultusunda çalışmalar yapan belediye başkanları görmek istiyoruz ve bence en önemli konu sadece budur.

  • İstanbul’a Sevda, Doğaya Hasret

    Ah! Sevdalı olduğum İstanbul, ne de çok yoruyorsun insanı.. Kalkışından yatışına bitmiyor kalabalığın, işin, gücün.. Yine de bırakılamayacak kadar güzel geliyorsun insana.. Çikolata gibi belki, kilo yapsa da her gün yediğimiz.. Bağımlılık mı alışkanlık mı bir bilinmezsin içimde..

    O yazları gittiğim köy ne çok da tüter oldu burnumda.. Pembe olmasa da rengi dışarıdan içeriye girmediğim ama baktığımda pembenin sıcaklığını hissettiren o ev..

    O ağaçlar vardı ya tırmandığım, ellerimi dudaklarımı boyayan taflanlar… Dut ağaçlarında ne çok konaklardım o zamanlar. Herşey ellerimizle gelirdi sofraya.. Her sene bir kaç mısır eker, bir kaç fasulye ekerdim verimli toprağa. Sobada közlediğimiz patatesin tadı kaldı mı şimdilerde..

    Armut ağacından düşünce dedem, nasılda koşusturmuştuk. Hani dut ağacına kurduğumuz salıncaktan sallandığımız da, tüm Giresun sahili ve dağları altımızda kalırdı.. Ne de yüksek ve ne de hızlı sallardık birbirimizi..

    Kelebekleri yakalamaya çalıştığımda tuttuğum arının iğnesi, ne de yakmıştı serçe parmağımı, kaza işte.. Halacığım “cezalandırıldığımı” söylemişti. Yoğurttu ilacı acının.. Şimdilerde ilaçlar çeşit çeşit.. Arının yuvasına çomak soktuğumuzda nasıl kovalamıştı Canan ve Hakan’ı.. Ben görmemiştik yuvadan çıkan arıları, onlarda beni.. Canan’ın saçlarından temizlemek zor olmuştu arıları.. Hakan’ı bir süre görememiştik sonraları. Eve gidip saklandığımda, babannem “Onlar seni tanırlar, seni de sokarlar.” demişti de iki gün evin kapısını bile açtırmamıştım ya..

    Haftada bir, tüm köyce kamyona toplaşır, uçurum kenarlarından Görele’ye alışverişe inerdik. Kamyon kasasında ayakta, yine durmayıp kollarımı uzatırdım dışarı, illa otlara doğru, muhakkak dikenlerin kollarımı sıyırması gerekirdi belki de.. Bir Giresun dondurmasıydı, alışverişin içimde ki anlamı, bardakta olacaktı muhakkak, her zaman ki herkesin yediği gibi.. Yalı’dan alınan bize has hafif tatlımsı poğacadan bir tane..

    Çay makası ve sırtımız da küçük sepetimizle çay kesmeye giderdik.. Ben yine çekirgeleri kovalayacaktım ara ara.. Yeşil uzun çekirgeler, elimden zıplamalıydılar kaçmak için, sonraları kahverengi olanlar gözükmeye başladı, korkuturdu onlar beni.. Her yeşilliğin ardından deniz gözükürdü. Hafif rüzgar, çiseleyen yağmur, akşamları dut ağacı altında dostlarla çay sefaları..

    Fındık baçelerinde az mı gülüştük, fındık toplarken.. O ısırganlar nasıl da yakardı bacaklarımızı, iğidin otunu ezer sürerdik kabaran yerlerimize.. Fındıkları sermek için 15-20 dakikada inerdik, hırçın Karadeniz sahiline.. Bir teyp müzik çalar, biz çocuklar oynardık, korna çalarak geçen arabaları taşıyan yolların kenarların da..

    Sarı kız vardı, otlatmaya götürdüğümüz, boynunda çanıyla.. Yumurtlamasını her sabah elim açık beklediğim bir kaç tavuk.. Yumurta sadece benimdi, vermezdim kimseye.. Şaka sebebiydi bu ama ben yumurtayı alayım da şakalar yapılırsa yapılsındı ismime.. Böyle doğal yumurta bulur muyuz buralar da..

    Elimle yediğim zeytinler için ne de azar işitirdim halamdan, babannem arka çıkardı her zaman.. Hala elimle zeytin yerim ara sıra..

    Evin önünden bağırırdım, şimdi rahmetli olan dedeme, eko ile yankılanan sesime taa karşı köyden ses verirdi o zamanlar.. Şimdilerde çok ses var etrafta ve çok karışıyor birbirine..

    Çocuklar seninle nasıl büyüyor İstanbul, Giresun gibi sıcaklık sarıyor mu kalplerini, doğanın verdiği o huzur ve neşeyi yaşatıyor musun onlara.. Derelerin üzerinde yalınayak dolaşabiliyorlar mı, stresin olmadığı bir yerin var mı çocuklara çocukluklarını yaşatan.. Elektronikten ve gürültüden uzaklaşıp koşabiliyorlar mı özgürce ağaçlar arasında, kaybolma korkusu olmadan.. Peki, sevda şehri İstanbul, yetiştirirken çocukları, güven veriyor musun annelerin yüreklerine..